29 Haziran 2010 Salı

Sinyor Popo


Yetişkin bedenlere "iri" popoyu sevdirebilen, gerçekçi fantezilerin yönetmeni ölümün kıyısında.

1992 yılının sıcak bir yaz akşamında, henüz 14 yaşındayken (kimileri için geç sayılabilecek bir yaşta yani) tanışmıştım beyazperdeyle. Yer Beyoğlu, İstiklal Caddesi'ndeki Elhamra sineması. Sinemanın

afiş panosunda iri puntolarla "Üç film birden, devamlı matine!" yazıyordu. İşte size anlatmak için fazla tabu bir hatıra; ama konunun bağlanacağı adam da kendisine karşı muhafazakâr kesimler tarafından yürütülen baskıcı-tutucu tavrın ve sansürün tam karşışında duran bir adamdı.

Bir bilet parasına üç filmi birden izleyecek olmanın heyecanını da yanıma alarak kendimi salona atmıştım. Karanlık ve biraz "pis" kokan bir sinema şöleni! İlk film kolaj mantığı ile kotarılmış "Ölümsüzler 4" isimli vurdulu-kırdılı bir yapımdı. İlk üç filmi ne zaman çektiler diye sorgulayabileceğim zamanlar değildi henüz. Dev perdede birbirlerine tekme tokat giren birtakım dövüş sanatları ustalarını izlemek fazlasıyla heyecan verici bir deneyimdi zaten. Film bitip antraktta fuayeye çıktığımda sinemanın "erkek" potansiyelinin farkına varmamak pek mümkün gözükmüyordu. Gong sesiyle birlikte, bulduğum bir boş koltuğa oturduğumda ekranda gördüğüm "şey" ise tam anlamıyla bir sürprizdi. "All Ladies Do It" (Bütün Kadınlar Bunu Yapar) isimli bir Tinto Brass filmi.

Bu ilk sinema deneyiminin kazandırdığı tek şey büyük üstat, erotik sinemanın maestrosu "Sinyor popo" lakaplı Tinto Brass'ı tanımak ve keşfetmek olmuştu. "Sinyor Popo" unvanının isminin başına getirilmesini sağlayan yegane nedeni takdir edersiniz ki, çektiği hemen her filminde büyük, geniş ve kendine baktıran güzel kalçalara sıklıkla yer vermesi. Mozart'ın aynı isimli operasından hareketle çektiği "Bütün Kadınlar Bunu Yapar" esasında komedinin erotizm sosuyla sunulmuş hali gibidir. Aslına bakarsanız bu filmin Brass filmografisinde fazla bir önem teşkil ettiğini söyleyemeyiz. Zira fazlasıyla karikatürize edilmiş karakterler ve oyunculuklar söz konusudur.

1933 Milano doğumlu Giovanni "Tinto" Brass, softcore olarak tabir edilen filmlerini genellikle, cinselliği keşif ve aldatma gibi birtakım detaylarla süslerken, hiçbir zaman hınzır hiciv yeteneğini göstermekten geri durmadı. Tüm dünyada kabul edilmesini ve saygıyla karşılanmasını, bu yeteneğini filmlerine başarıyla monte etmesine borçlu olduğunu söyleyebiliriz. Hicvi filmlerinden çıkardığınızda geriye sadece popo kaldığıysa aşikâr. Buna en iyi örnek ise, Nazi Almanyası'nda geçen başyapıtı, 1976 yapımı "Salon Kitty"dir. Savaş zamanı bir genelev ile Gestapo içindeki casusluk öyküsünü anlatırken takındığı politik tavır ve üstüne, muhteşem güzellikteki usta aktris Ingrid Thulin'in varlığı filmi izlenebilir kıvama getirmiştir.

Hemen her çektiği filmle ortamları şenlendirdiği kadar duruşunu sergileyen ve tartışma da yaratan maestro, 1979'da, dönemine göre yüksek bütçeli sayılabilecek bir filmin çalışmalarına başlar: Caligula. Roma İmparatorluğu'nun bu sapkın kişiliğini hakkıyla beyazperdeye taşıyabilecek birkaç isimden biridir. Filmin yapımcısı, ünlü Penthouse dergisinin sahibi Bob Guccione de böyle düşünmüş olacak ki filmi ona emanet eder. Ne var ki aralarında çıkan tarz farklılıklarından dolayı Brass filmi tamamlamadan ayrılır. Ve Guccione, Brass'tan farklı olarak kendisinin yönettiği birtakım pornografik sahneler çekerek filme ekler. Böylelikle filmde oynayan Malcolm McDowell, Helen Mirren gibi isimler kariyerlerinin ilk ve son porno filmlerini bilmeden çekmiş olurlar.

Maestronun özellikli popolarıyla damgalarını vuracak oyuncuları, filmlerinde oynatmak için kullandığı yöntem bir efsane olarak dilden dile, babadan oğla geçer adeta. Brass, seçmelerde oturduğu yerden elindeki bozukluğu yere atar ve oyuncu adayından ona arkası dönük şekilde parayı yerden almasını ister. Adayımız parayı yerden dizlerini kırmadan almak durumundadır. Bu yöntemle sinemaya kazandırdığı oyuncular saymakla bitmez: Francesca Dellara, Yuliya Mayarchuck, Stefania Sandrelli, Debora Caprioglio...

1983, Brass'ın uluslararası arenada en çok tanındığı ve saygı göreceği, üstüne bir de unvan alacağı yıl olarak kayıtlara geçer. Bunu sağlayan ise "The Key" (Anahtar) isimli erotizm dozu yükseklerde gezinen filmidir. Bu filminde yine güzeller güzeli bir isimle çalışır. Stefania Sandrelli. Rutine bağlamış (20 yıllık) bir seks yaşamının tüm sıkıntısını içinde barındıran bir çiftin yaşadıklarına kamerasını yönelten Brass, izleyeni filmin içine öyle bir sokar ki, bu çiftin seksi yeniden keşfedişini, bir anahtar deliğinden onları dikizleyerek izlediğimizi hissettirir adeta. Bu filmin içerdiği yüksek düzeydeki erotizm ve ön plandaki popolar ona "Sinyor Popo" unvanının verilmesine vesile olur işte.

Güzel kadın, dolgun popo, röntgencilik, ayna ve cameo; üstadın alamet-i farikaları olarak sonraki dönemlerde çektiği filmlerde sıkça karşımıza çıktı. "Miranda", "Capriccio", "Paprika", "The Voyeur", "P.O. Box", "Monella", "Trasgredire", "Senso 45" gibi yapıtları erotik sinema tarihindeki yerlerini aldı. 2000'lerle birlikte Brass'ın erotizmi fazlasıyla sekteye uğramıştı. Nihayetinde internet çağı başlamış ve artık kimse erotik filme para verip sinemada izlemez olmuştu. Artık internet vardı. Brass, çoklu parçalardan oluşmuş birtakım çalışmalara yöneldi. Bunlardan ilki altı bölümden oluşan "Private-Fallo"ydu. Film, üstadın alışılmış erotizminden hayli uzaktaydı. Hatta yer yer içinde pornografik tatlar barındırıyordu. Tabii bu durum hayranları tarafından yadırgandı. Ne var ki üstat hayranların gönlünü iki yıl sonra 2003'te, dillere destan güzelliğini paylaşmaktan çekinmeyen Anna Jimskaia'yı da yanına alarak çektiği "Monamour" ile
almasını bildi.

2010'a geldiğimizde ise Tinto Brass hayranlarına hem zirveyi hem dibi gösterecek iki haber vardı. İlki üç boyut teknolojisini bir adım öteye taşıyan James Cameron imzalı "Avatar"ın rüzgârıyla geliştirdiği Brass'ın yeni projesiydi. Yetişkin ortamlarına yönelik üç boyutlu erotik film çalışmasına girdiğine dair haberler geliyordu. Ne var ki gelen ikinci haber, 77 yaşındaki üstadın beyin kanaması teşhisiyle hastaneye kaldırıldığını ve bilinci açık olmasına rağmen hayati tehlikeyi atlatamadığını söylüyor.


5 madde

Popo
Brass'ın tercihi her zaman büyük ve gösterişli popodan yana oldu. Hemen hemen tüm filmlerinin afişlerinde görülen tek fotoğraf, yukarı kaldırılmış etekten gözüken dolgun bir popodur.

Röntgencilik
Filmlerinde kâh izleyeni kâh filmin karakterlerini röntgenci konumuna bilinçli bir şekilde sokar ve bundan büyük bir keyif alır.

Cameo
Filmin bir sahnesinde bir an gözükmeyi seven iki büyük yönetmen vardır. Biri korku-gerilim ustası Alfred Hitchcock, diğeriyse tabii ki Brass. Her ikisinin bir diğer ortak özelliği de puroyu çok sevmeleri.

Ayna
Popodan sonra olmazsa olmazıdır. Aynadan yansımalarla her şeyi olanca çıplaklığıyla bize göstermekten hoşlanır.

Federico Fellini ve Roberto Rosselini
Tinto Brass'ın neden popo ve göğüs fetişi olduğunu anlamamıza yarayacak iki isim. Fellini'yi idolü olarak gördüğünü saklamadı. Fellini ve Rosselli'nin filmlerinde asistanlık yaptığı bir dönemi de vardır.


Not: Newsweek Türkiye dergisinin 79. sayısında yayınlanmıştır...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder