4 Şubat 2011 Cuma

Bu kafa başka kafa!!!

Kafayı kullanmayı sevip halen ortaya bakılası işler çıkartamayan yurdumun afiş tasarımcılarının son işlerinden en kafadar örnekler takdimimdir..Umarım yakın zamanda kafayı gerçek anlamıyla kullanmayı da öğrenirler... Bu aslında tek başına tasarımcıların suçu değil. Yönetmeninden yapımcısına ve oyuncusuna kadar herkes bir parça sorumlu bu kötü kafalardan. Herşey iyi ayarlanmış zaman,bütçe ve vizyon meselesi. 3'ü bir arada....










HİÇ BİR ŞEY TAM VE GERÇEK DEĞİL...


Ryan Gosling ve Michelle Williams’ın gerçekçi oyunculuklarıyla taçlandırdığı nefis bir film Blue Valentine. Sıradan bir romantik filmin tuzaklarına düşmeden gayet doğal olabilmeyi başarıyor ve ardında kocaman bir çok soru işaretinide bırakan yapısıyla dikkat çekiyor. Soru işaretli yerler aslında senin, benim ve herkesin yaşadıklarıyla aynı şeyler aslında. Sizde izledikten sonra kendi boşluklarınızı doldurabilirsiniz. Tabi önce hikayeden söz etmek gerekiyor...

Dean (Ryan Gosling), bir taşımacılık şirketinde çalışan, ikili ilişkiler ve evlilik hakkında ortalama her erkeğin beyninde dolaşan düşüncelere sahip işçi sınıfından bir adamdır. Parçalanmış bir ailenin babada kalmış çocuğu. Cindy ise (Michelle Williams), filmde alttan verilen bir metinle biraz hovarda. Görünüm olarak bir erkeği ilk bakışta baştan çıkaracak ve kendine aşık edecek kadar bir güzelliğe sahip. İlk cinsel deneyimini 13 yaşındayken yaşamış ve sayısını net hatırlamadığı (20-25 civarı) bir çok adamla bunu devam ettirmiş. Parçalanmak üzere, işlerin hiç de iyiye gitmediği ve evde yüksek sesle konuşulan bir ailenin sesi çıkmayan üyesi.

Hayattan pek fazla bir beklentisi olmayan, sadece gerçek aşkıyla olmak isteyen Dean ve kariyer planları arasında Tıp okuyup doktor olmayı düşleyen Cindy’in ilk karşılaşma anı bir bakımevinde gerçekleşir. Eğer ilk görüşte aşk diye bir şey varsa bu Dean için işte o andır. Ve asıl hikayemiz başlar...

Geri dönüşlerle (Flashback) anlatılan hikaye bir çokları için o kadar tanıdık ki. Bir yerden sonra ekranda kendinizi, aşklarınızı, hayallerinizi, kırgınlıklarınızı, terk edilişlerinizi görüyorsunuz...

Bu iki ‘sorunlu’ aile mensubu kadın ve erkeğin birlikteliği ise tam bir sorunlar yumağı şeklinde. Ama biz filmi izleyenler sorunların ne olduğunu tam olarak anlayamıyoruz. Çünkü burda senarist ve yönetmen tercihi olduğu açık olan bir durum söz konusu. Sorunların ne olduğunu kendiniz bulun!...

Limitleri belirlenmemiş bir sevgiyle Cindy’e aşık olan Dean’in, buna rağmen onunla olan evliliğinde yeteri kadar karşılık alamadığına şahit oluyoruz. Ve ister istemez Cindy’in buradaki tutumuna karşı cephe alıp ondan nefret edecek düzeye geliyoruz. Dean, sevgisini ve aşkını öyle bir boyutta yaşıyor ki, kendinden olmayan ve Cindy’e bir pislik gibi davranan Bobby’in çocuğunu karnında taşımasına rağmen, onunla bir aile olmayı istiyor ve oluyorda. Kendinden bir parça olarak gördüğü minik kızıyla olan iletişimi ise gerçekten her erkeğin yaparım dediği ama başaramadığı türden. Erkeğin istediği sadece iyi bir aile olabilmek. Kadın ise sürekli şikayet halinde. Evliliğinde mutsuz. İşinde mutsuz. Çünkü doktor olamayıp hemşire olabilmiştir. Kariyer planında olmayan bir durum söz konusudur. Ama biz izleyenler buna neyin sebep olduğunu göremeyiz. Sadece tahminler yürütebiliriz. İlk elden aklımıza gelen ise çocuk ve evliliğin buna engel olduğudur...

Hayattan ne istediğini bilmek veya bilebilmek. Bu çok önemli detayı bazen kaçırabiliyoruz. Bir şeyler eksik oluyor ve bizler onu başka şeylerle doldurmaya çalışıyoruz. Puzzle’da tek bir farklı parça koyarsınız o resim tamamlanmaz. İşte bizler bazen uymayan parçaları hayatımıza monte etmeye çalışıyoruz. Ve an gelirki o tek parçayı bulduğumuzu düşünürüz. Bizim için resim tamdır ama karşımızdaki için hala bir parça belki de bir çok parça eksiktir.

Dean hayatının eksik parçası yani aşkını ve sevgisini ve dahi tutkusunu verebileceği insanı bulmuştur. Cindy ise kendi puzzle’ını güvenli bir liman olarak gördüğü insanla tamamlamıştır. Yani Dean aşkıyla ve sevgisiyle yatağa girerken, Cindy sadece çaresizliğinde ona kol kanat geren adamla zorunluluk içeresinde sevişmiştir. Özellikle bir sahne meselenin özünü o kadar net veriyor ki...

Kötü giden evliliklerini kurtarma girişimi olarak Dean, şehirden uzakta bir otel odasında sevdiğiyle vakit geçirmek ister. Seçtiği odanın ismi ise o kadar manidar ki... Gelecek... Bir uzay aracı kabini şeklinde dizayn edilmiş odada alkol müzik ve seksle evliliğini kurtabileceğini düşünür Dean. Çünkü Cindy ne kadar ondan uzaklaşmak isterse istesin o bütün sorunlarını kendi sevgisi ve tutkusuyla aşabileceğini düşünmektedir. Ama yetmeyecektir. Zaten bu puşt kalleş dünyada insanoğluna ne yetmiştir ki!!!. Eşiyle sevişmek, bunu ruh ve beden birlikteliği içinde yapmak isteyen Dean’in karşısında, tamamen duygusuzca kendini sunan bir Cindy vardır. Bu durumdan hazetmeyen Dean ise yapamayacağını söyler. Cindy’in tepkisi ise kapıyı kapatıp yatakta uyumak ve sabah onu terk etmek olur...

Kendisini ilişkiye oral seks yaparak hazırlayan kocasını reddederken, geri dönüşlerin bir tanesinde şunu gördüğümüğüzü anımsarız. Ona sadece bir et parçası gibi yaklaşan ve süpermarkette alışveriş yaparken halen tutkuyla bakabildiği pislik Bobby ile olan sevişmesini anımsarız. Hızlı ve doggystle. Tamamen duygudan arınmış vaziyette ve saygısızca bir sahne bize aslında karşılaştırma yapabilmemiz için sunulmuş gibidir...

Süpermarketteki karşılaşmadan sonra başka bir şeyi daha anlarız. Cindy halen Bobby’de takılı kalmıştır. Bobby’e baktığı gibi Dean'e bakmadığını anlarız. Çünkü çocuğunun asıl babası odur. Ama arabada yanında oturan ise kocasıdır ve kendinden olmayan çocuğuna babalık yapan aşık, tutkulu bir adamdır. Bu Cindy’in ona acıması için yeterlidir. Zira bunu sözleriyle bizlere gösterir. Yolda Bobby’le karşılaştıklarını anlatır. Ardından merak edilecek bir şey olmadığını Bobby’in formdan düştüğünü, kilo aldığını yalanını döker ortaya. Bunu söyleyerek Dean’in kendisini iyi hissetmesini sağlamak istemektedir fakat pek de başarılı olamaz.

Cindy’in davranışları ve ayrılmak istemesi konusunda bir çok ahlâki ahkamlarda bulunabiliriz. Onu orospulukla dahi suçlayabiliriz. Sonrasında Dean’in aşkını sevgisini tutkusunu yüceltebiliriz. Ama bunu yapmadan önce boşlukları iyi doldurmamız gerekiyor. Ve o boşluklar hepimizin hayatındaki yaşanmışlıklar dosyası içinde bir yerlerde duruyor. O dosyaları yeniden açıp tekrar gözden geçirmeye yüreğimiz elveriyorsa tabi...

26 Ocak 2011 Çarşamba

OSCAR ADAYLARI AÇIKLANDI...VE TAHMİNLER!..


Bu yıl 83. kez verilecek Akademi Ödülleri için geri sayım başladı...Adaylıklar arasında çok fazla sürpriz gözükmüyor... Az buçuk bilmişliğimizle bakalım bu yıl önemli dallarda mutlu sona kimler ulaşabilir...Keyifli seyirler.. Popcorn eşliğinde okuyunuz...

EN İYİ FİLM
127 HOURS
BLACK SWAN
THE FIGTHER
INCEPTION
THE KIDS ARE ALL RIGHT
THE KING’S SPEECH
THE SOCIAL NETWORK
TOY STORY 3
TRUE GRIT
WINTER’S BONE
KİM KAZANIR?: On adayın yarıştığı bu kategorinin önce çürük elmalarını ayıklayalım. The Kids Are All Right, Toy Story 3, True Grit ve Winter’s Bone... Bu dört film onluk listenin kısmetinden faydalanıp aday olmuş. Bunlar kötü film mi peki? Elbette değiller ama bu bir yarış ve bu yarışın biraz dışındalar...Geriye kalanlar arasında ödüle en çok yakınlaşan iki film var. Biri toplamda 12 dalda adaylık kazanmış olan The King’s Speech ve The Fighter. Her iki filmde Akedeminin huysuz ihtiyarlarını mest edecek kadar iyi. Ama finişi sadece biri göreceği için benim seçimim The King’s Speech’ten yana olacak...
SÜRPRiZ?: Black Swan... Alt ve üst metinleriyle harika kurgulanmış ve mükemmele yakın oyunculuk ve yönetimle bezenmiş bir yapım. Huysuz ihtiyarlara ağır gelebilir ama yine de umut var...
YAZIK OLACAK: Orjinalitesi ve kurgusu ve dahi yönetimiyle Inception...

EN İYİ ERKEK OYUNCU

JAVIER BARDEM – BIUTIFUL
JEFF BRIDGES – TRUE GRIT
JESSE EISENBERG – THE SOCIAL NETWORK
COLIN FIRTH – THE KING’S SPEECH
JAMES FRANCO – 127 HOURS
KİM KAZANIR?: Jeff Bridges yakın bir zamanda bu ödüle kavuştuğu için ilk olarak kadro dışı kalacak eleman olarak öne çıkıyor. The Social Network’te olması gerektiği oynayan genç yetenek Jesse Eisenberg ise genç olmasından dolayı öutlu sona ulaşamayacak. Genç ve yetenekli olmasından dolayı daha sonra veririz diyecekleri bir oyuncu daha var, James Franco... Geriye kaldı Javier Bardem ve Colin Firth. Bu kategorinin ödüle en yakın ve hak eden ismi kesinlikle Colin Firth... Kendisi şimdiye kadar çok başarılı performanslar verdi ve artık sıra onun...
SÜRPRİZ?: James Franco... Akdeminin sağı solu belli olmadığından Franco’yu çok fazla bekletmeden bu ödülü ona verebilme ihtimalleri bir hayli yüksek...
YAZIK OLACAK: Facebook filminde bir hayli gerçekçi performans sergileyen genç yetenek Jesse Eisenberg, toy olmanın bedelini o akşam acımasız bir şekilde ödeyecek. Ama adaylığı ona güç ve para getirecektir orası kesin...

EN İYİ KADIN OYUNCU
ANETTE BENING – THE KIDS ARE ALL RIGTH
NICOLE KIDMAN – RABBIT HOLE
JENNIFER LAWRENCE – WINTER’S BONE
NATALIE PORTMAN – BLACK SWAN
MICHELLE WILLIAMS – BLUE VALENTINE
KİM KAZANIR?: Çok kanın döküleceği bir seçki var karşımızda. Adaylık kazanan beş isim gerçekten kazanmayı hakedecek performanslar sergiliyorlar oynadıkları yapımlarda. Keşke beşe bölüp verseler diye içimden geçirmiyor değilim. Hem tarih yazılır falan... Neyse, bu listenin tek fovorisi benim için Black Swan’da ki müthiş oyunculuğuyla Natalie Portman... Almazsa da çok üzülmeyeceğimi biliyorum..
SÜRPRİZ?: Anette Bening... The Kids Are Right’da Julianna Moore ile harika bir çift olmuşlardı. Lezbiyen çiftin duygusal kanadında güzel işler çıkarttığına Altın Küre’yi verenler de ikna olmuş ve ödülü eline teslim emişlerdi geçtiğimiz günlerde...
YAZIK OLACAK: Jennifer Lawrence... Oynadığı Winter's Bone' neredeyse tek başına sürükleyen genç yetenek Lawrence genç olmanın bedelini o gece ödemek zorunda kalacak...

EN İYİ YARDIMCI ERKEK OYUNCU
CHRISTIAN BALE – THE FIGHTER
JOHN HAWKES – WINTER’S BONE
JEREMY RENNER – THE TOWN
MARK RUFFALO – THE KIDS ARE ALL RIGHT
GEOFFREY RUSH – THE KING’S SPEECH
KİM KAZANIR?: Bu ödülü tamtamlar eşliğinde çağıran tek bir isim var, Christian Bale. The Figther’da oynadığı role nefis bir gerçeklik his katan Bale, Akademinin dikkatinden kaçmayacak ve töreni mutlu mesut bitirecektir.
SÜRPRİZ: Mark Ruffalo... Ödül verenler The Kids Are All Right’ı çok sevdi. En İyi Kadın Oyuncu Oscar’ının yanına bunu da kapma ihtimali bir hayli fazla.. Ruffalo’nun kendinden emin oyuncluğunuda unutmayalım arada...
YAZIK OLACAK: Jeremy Renner... Son yılların en başarılı soygun filmi The Town’un arıza çıkartan karakteriyle kendine hayran bırakmıştı. O kadar...

EN İYİ YARDIMCI KADIN OYUNCU

AMY ADAMS – THE FIGHTER
HELENA BONHAM CARTER – THE KING’S SPEECH
MELISSA LEO – THE FIGHTER
HAILEE STEINFELD – TRUE GRIT
JACKI WEAVER – ANIMAL KINGDOM
KiM KAZANIR: Melissa Leo... The Fighter’ın her kademesi çok sevildi ait olduğu memlekette. Ve aynı dalda iki adaylık bana göre Leo’ya şans getirecektir... Diğerlerinin vakti var daha sanki...
SÜRPRİZ?: Haile Stenfield... True Grit’i resmen sürükleyen isim. Ve yaşına bakmadan harika bir oyunculuk gösterisi sunuyor... Şansı yüksek...
YAZIK OLACAK: Helana Bonham Carter... 12 dalda adaylık almasına rağmen The King’s Speech’in bu güzel oyuncusu The Fighter’la girişeceği dövüşte yenilgiye uğrayacaktır.

EN İYİ YÖNETMEN
DARREN ARONOFSKY – BLACK SWAN
COEN BROTHERS – TRUE GRIT
DAVID FINCHER –THE SOCIAL NETWORK
TOM HOOPER – THE KING’S SPEECH
DAVID O. RUSSELL – THE FIGHTER
KİM ALIR?: Genelde Akademi En İyi Film’i neye verdiyse o filmin yönetmenine de ödülü veriyor. Bu açıdan en şanslı ve en yakın isim Tom Hooper...
SÜRPRİZ?: Darren Aronofsky... Black Swan’la mühtiş bir iş koydu ortaya ama önce Akedemi üyelerinin bu filmi sevmesi ve anlaması gerekecek...
YAZIK OLACAK: David O.Russel... Endüstri içinde ğek sevilen bir sism değil ama adaylık alarak bir nebze buzları eritti diyebiliriz. Bununla yetinmesi gerekecek...

EN İYİ ORİJİNAL SENARYO

ANOTHER YEAR – MIKE LEIGH
THE FIGHTER – SCOTT SILVER, PAUL TAMASY, ERIC JOHNSON, KEITH DORRINGTON
INCEPTION – CHRISTOPHER NOLAN
THE KIDS ARE ALL RIGHT – LISA CHOLODENKO, STUART BLUMBERG
THE KING’S SPEECH – DAVID SEIDLER
KİM KAZANIR: Ödülün hakkını en iyi teslim eden tek bir film var bana göre. Inception.. Nolan’a yönetmenlerde atılan kazığı burada telafi ederler umarım...
SÜRPRİZ?: The Fighter... Bu film The King’s Speech’in yaşayacağı hezimetten nasiplenecek gibi...
YAZIK OLACAK: The Kids Are All Right...Diğer Oscar’a oynadığını belli eden haliyle iyi fırsatı kaçırmış olacak...

EN İYİ UYARLAMA SENARYO
127 HOURS – DANNY BOYLE, SIMON BEAUFOY
THE SOCIAL NETWORK – AARON SORKIN
TOY STORY 3 – MICHAEL ARNDT, JOHN LASSETER, ANDREW STANTON, LEE UNKRICH
TRUE GRIT – COEN BROTHERS
WINTER’S BONE – DEBRA GRONIK, ANNE ROSELLINI
KİM KAZANIR?: Kesinlikle The Social Network... Aaron Sorkin keskin kalemiyle Fincher’a geniş bir alan açmış ve Facebook gibi bir konuyu hiç sıkmadan harika bir metinle perdeye taşımıştı.
SÜRPRİZ: Winter’s Bone... Bir filme iyi olması gereken hemen herşeye sahip bir yapım. Bu açıdan diğer adaylar karşısında şansı çok yüksek...
YAZIK OLACAK: 127 Hours... Pek fazla metin gerektirmeyen yapısının kurbanı olacak. Akademi her daim gevezeliği sever...

EN İYİ ANİMASYON

HOW TO TRAIN YOUR DRAGON
THE ILLUSIONIST
TOY STORY 3
KİM KAZANIR?: Devam filmleri için geçerli olan hemen herşeyi yıkıp geçen nefis bir animasyon, yani Toy Story 3 mutlu sona en çok yakın film.
SÜRPRİZ: The illussionist fraklı yapıdaki öyküsü ve çizimleriyle bir hayli övgü aldı... Almasına en çok sevinenlerden biri olacağım...
YAZIK OLACAK: Muhteşem kurgusu, hikayesi ve sevimli karakterleriyle How To Train Your Dragon muhtemelen gecenin en hüzün verici anına sahip olacak.

TEK ATIMLIK TAHMİNLER

EN İYİ MÜZİK:
INCEPTION – HANS ZIMMER
EN İYİ SES: INCEPTION – RICHARD KING
EN İYİ GÖRSEL EFEKT : INCEPTION – PAUL FRANKLIN, CHRIS CORBOULD, ANDREW LOCKLEY, PETER BEBB
EN İYİ MAKYAJ: THE WOLFMAN – RICK BAKER & DAVE ELSEY
EN İYİ SES MİKSAJ: INCEPTION - LORA HIRSCHBERG, GARY A.RIZZO & JOHN MIDGLEY
EN İYİ KOSTÜM TASARIMI: TRUE GRIT – MARY ZOPHRES
EN İYİ YABANCI FİLM: BIUTIFUL

NOT: Ödüller 27 Şubat’ta sahiplerine kavuşacak...

3 Ocak 2011 Pazartesi

PETE POSTLETHWAITE 1946-2011


Yeni yıl sinema dünyası için pek iyi başlamadı. Bir çok önemli filmde yardımcı rollerde devleşen aktör Pete Postlethwaite, kansere yenik düştü ve bu sabaha karşı hayata gözlerini yumdu..

1993 yılında Daniel-Day Lewis'le birlikte oynadığı "In the Name of the Father"daki ilk önemli rolünde Oscar adaylığı kazanan karakter oyuncusu, sonraki yıllarda "Usual Suspects", "Lost World", "Inception", "Romeo &Juliet" gibi filmlerde yeteneğini gösterme fırsatı bulmuştu. Age of Stupid isimli belgesel filmiyle de küresel ısınmaya dikkat çeken Postelthwaite, en son Ben Affeck'in yönettiği The Town filminde çiçekci karakteriyle bir kez daha kendine hayran bırakmasını bilmişti.

65 yaşında aramızdan ayrılan Pete Postelthwaite'i özlemle anacağız.. Mekanın cennet olsun çirkin adam...

28 Aralık 2010 Salı

7.CADDE ÖZEL SAYI!!!


Yeni yılla birlikte vizyon sırası bekleyen bir çok önemli yapım kapıya dayandı.. Burada tek tek anlatmak yerine özel bir 2011 dosyası haline getirip, bir seferliğe mahsus e-dergi formatında yayınlamayı uygun gördüm... Bu vesileyle henüz hazırlık aşamasında olan derginin pilot kapağını sizlerle paylaşmak istedim. 2011 dosyasında yılın önemli 50 filmini ve bu filmlerde oynayan oyuncuların portrelerini okuyacaksınız. Dergi şubat bir itibariyle hizmetenizde olacak.. Keyifli okumalar...

24 Aralık 2010 Cuma

2010-EN KÖTÜ 10 FİLM AFİŞİ!..

İyiler kadar kötülerin varlığını sürdürdüğü bir dünyadayız. Milyonlarca dolar para harcayıp özensiz film afişleriyle vizyona çıkmak akıl alacak gibi değil. Eksik olan para, şöhret falan değil. Sadece biraz vizyon ve ne anlatmak istediğini bilmek artı bunu yapabilmek mesele... Liste sırasıyla en kötüler hizmetinizde...










2010-EN İYİ 10 FİLM AFİŞİ...

2010 serisi bitmek bilmiyor... Sırada en iyi film afişleri var. Bazen film muhteşem oluyor ama onu tanıtacak en iyi malzeme olan afişler ise gerçekten çok kötü olabiliyor veya tam tersi. Buradaki seçimler liste sırasıyla ve sahip olduğu filme en iyi hizmeti veren tasarımlarıyla ön plana çıkan işlerden oluşuyor. Kötüler ise az sonra...