
Ryan Gosling ve Michelle Williams’ın gerçekçi oyunculuklarıyla taçlandırdığı nefis bir film Blue Valentine. Sıradan bir romantik filmin tuzaklarına düşmeden gayet doğal olabilmeyi başarıyor ve ardında kocaman bir çok soru işaretinide bırakan yapısıyla dikkat çekiyor. Soru işaretli yerler aslında senin, benim ve herkesin yaşadıklarıyla aynı şeyler aslında. Sizde izledikten sonra kendi boşluklarınızı doldurabilirsiniz. Tabi önce hikayeden söz etmek gerekiyor...
Dean (Ryan Gosling), bir taşımacılık şirketinde çalışan, ikili ilişkiler ve evlilik hakkında ortalama her erkeğin beyninde dolaşan düşüncelere sahip işçi sınıfından bir adamdır. Parçalanmış bir ailenin babada kalmış çocuğu. Cindy ise (Michelle Williams), filmde alttan verilen bir metinle biraz hovarda. Görünüm olarak bir erkeği ilk bakışta baştan çıkaracak ve kendine aşık edecek kadar bir güzelliğe sahip. İlk cinsel deneyimini 13 yaşındayken yaşamış ve sayısını net hatırlamadığı (20-25 civarı) bir çok adamla bunu devam ettirmiş. Parçalanmak üzere, işlerin hiç de iyiye gitmediği ve evde yüksek sesle konuşulan bir ailenin sesi çıkmayan üyesi.
Hayattan pek fazla bir beklentisi olmayan, sadece gerçek aşkıyla olmak isteyen Dean ve kariyer planları arasında Tıp okuyup doktor olmayı düşleyen Cindy’in ilk karşılaşma anı bir bakımevinde gerçekleşir. Eğer ilk görüşte aşk diye bir şey varsa bu Dean için işte o andır. Ve asıl hikayemiz başlar...
Geri dönüşlerle (Flashback) anlatılan hikaye bir çokları için o kadar tanıdık ki. Bir yerden sonra ekranda kendinizi, aşklarınızı, hayallerinizi, kırgınlıklarınızı, terk edilişlerinizi görüyorsunuz...
Bu iki ‘sorunlu’ aile mensubu kadın ve erkeğin birlikteliği ise tam bir sorunlar yumağı şeklinde. Ama biz filmi izleyenler sorunların ne olduğunu tam olarak anlayamıyoruz. Çünkü burda senarist ve yönetmen tercihi olduğu açık olan bir durum söz konusu. Sorunların ne olduğunu kendiniz bulun!...
Limitleri belirlenmemiş bir sevgiyle Cindy’e aşık olan Dean’in, buna rağmen onunla olan evliliğinde yeteri kadar karşılık alamadığına şahit oluyoruz. Ve ister istemez Cindy’in buradaki tutumuna karşı cephe alıp ondan nefret edecek düzeye geliyoruz. Dean, sevgisini ve aşkını öyle bir boyutta yaşıyor ki, kendinden olmayan ve Cindy’e bir pislik gibi davranan Bobby’in çocuğunu karnında taşımasına rağmen, onunla bir aile olmayı istiyor ve oluyorda. Kendinden bir parça olarak gördüğü minik kızıyla olan iletişimi ise gerçekten her erkeğin yaparım dediği ama başaramadığı türden. Erkeğin istediği sadece iyi bir aile olabilmek. Kadın ise sürekli şikayet halinde. Evliliğinde mutsuz. İşinde mutsuz. Çünkü doktor olamayıp hemşire olabilmiştir. Kariyer planında olmayan bir durum söz konusudur. Ama biz izleyenler buna neyin sebep olduğunu göremeyiz. Sadece tahminler yürütebiliriz. İlk elden aklımıza gelen ise çocuk ve evliliğin buna engel olduğudur...
Hayattan ne istediğini bilmek veya bilebilmek. Bu çok önemli detayı bazen kaçırabiliyoruz. Bir şeyler eksik oluyor ve bizler onu başka şeylerle doldurmaya çalışıyoruz. Puzzle’da tek bir farklı parça koyarsınız o resim tamamlanmaz. İşte bizler bazen uymayan parçaları hayatımıza monte etmeye çalışıyoruz. Ve an gelirki o tek parçayı bulduğumuzu düşünürüz. Bizim için resim tamdır ama karşımızdaki için hala bir parça belki de bir çok parça eksiktir.
Dean hayatının eksik parçası yani aşkını ve sevgisini ve dahi tutkusunu verebileceği insanı bulmuştur. Cindy ise kendi puzzle’ını güvenli bir liman olarak gördüğü insanla tamamlamıştır. Yani Dean aşkıyla ve sevgisiyle yatağa girerken, Cindy sadece çaresizliğinde ona kol kanat geren adamla zorunluluk içeresinde sevişmiştir. Özellikle bir sahne meselenin özünü o kadar net veriyor ki...
Kötü giden evliliklerini kurtarma girişimi olarak Dean, şehirden uzakta bir otel odasında sevdiğiyle vakit geçirmek ister. Seçtiği odanın ismi ise o kadar manidar ki... Gelecek... Bir uzay aracı kabini şeklinde dizayn edilmiş odada alkol müzik ve seksle evliliğini kurtabileceğini düşünür Dean. Çünkü Cindy ne kadar ondan uzaklaşmak isterse istesin o bütün sorunlarını kendi sevgisi ve tutkusuyla aşabileceğini düşünmektedir. Ama yetmeyecektir. Zaten bu puşt kalleş dünyada insanoğluna ne yetmiştir ki!!!. Eşiyle sevişmek, bunu ruh ve beden birlikteliği içinde yapmak isteyen Dean’in karşısında, tamamen duygusuzca kendini sunan bir Cindy vardır. Bu durumdan hazetmeyen Dean ise yapamayacağını söyler. Cindy’in tepkisi ise kapıyı kapatıp yatakta uyumak ve sabah onu terk etmek olur...
Kendisini ilişkiye oral seks yaparak hazırlayan kocasını reddederken, geri dönüşlerin bir tanesinde şunu gördüğümüğüzü anımsarız. Ona sadece bir et parçası gibi yaklaşan ve süpermarkette alışveriş yaparken halen tutkuyla bakabildiği pislik Bobby ile olan sevişmesini anımsarız. Hızlı ve doggystle. Tamamen duygudan arınmış vaziyette ve saygısızca bir sahne bize aslında karşılaştırma yapabilmemiz için sunulmuş gibidir...
Süpermarketteki karşılaşmadan sonra başka bir şeyi daha anlarız. Cindy halen Bobby’de takılı kalmıştır. Bobby’e baktığı gibi Dean'e bakmadığını anlarız. Çünkü çocuğunun asıl babası odur. Ama arabada yanında oturan ise kocasıdır ve kendinden olmayan çocuğuna babalık yapan aşık, tutkulu bir adamdır. Bu Cindy’in ona acıması için yeterlidir. Zira bunu sözleriyle bizlere gösterir. Yolda Bobby’le karşılaştıklarını anlatır. Ardından merak edilecek bir şey olmadığını Bobby’in formdan düştüğünü, kilo aldığını yalanını döker ortaya. Bunu söyleyerek Dean’in kendisini iyi hissetmesini sağlamak istemektedir fakat pek de başarılı olamaz.
Cindy’in davranışları ve ayrılmak istemesi konusunda bir çok ahlâki ahkamlarda bulunabiliriz. Onu orospulukla dahi suçlayabiliriz. Sonrasında Dean’in aşkını sevgisini tutkusunu yüceltebiliriz. Ama bunu yapmadan önce boşlukları iyi doldurmamız gerekiyor. Ve o boşluklar hepimizin hayatındaki yaşanmışlıklar dosyası içinde bir yerlerde duruyor. O dosyaları yeniden açıp tekrar gözden geçirmeye yüreğimiz elveriyorsa tabi...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder