
Çizgi romandan sinemaya transferlerde her zaman başarıyı tutturmak çok zordur. Geniş bir kitle tarafından sevilen ve takip edilen süper kahramanı, beklentilerin altında bir yapımla ortamlara sürerseniz başınıza geleceklere de katlanırsınız. Marvel'ın süper kahramanlarından Demir Adam'ın (Iron Man) ilk beyazperde sunumu iyi sonuç vermişti. 2008'de, 585 milyon dolarlık dünya hasılatının yanı sıra eleştirmenlerden aldığı övgüler bu başarının karşılığıydı. Senaryosundaki incelik ve kontrolü elden bırakmaksızın artan temposuyla göz kamaştırıyordu. Üstüne bir de Robert Downey Jr. filmin izlenebilirliğine katkıda bulunuyor ve tabii ki tüm bunlar, devam filmine dair saf ümitler beslememizi sağlıyordu. Ama geçen cuma vizyona giren "Demir Adam 2" bu beklentilerin bir hayli uzağında bir seyir izliyor.
Başarısı hem seyirci hem de eleştirmen nezdinde tasdiklenmiş filmlerin bir sonraki adımları her zaman sorunlu olmuştur. Neticede, iki taraf şunu bekler; en az ilki kadar iyi bir çalışma veya ilkini bir adım öteye taşıyacak nitelikli hikaye ve görsel bütünlüğü. Bunu başarabilen filmlerin sayısı ise bir elin parmaklarını geçemeyecek kadar az. "The Dark Knight", "Terminator 2", "Godfather 2", "Aliens 2" gibi filmler öncüllerinin bir adım ötesinde oldular. Bunu tam tersi bir yol izleyip, gözlerini dolar işareti kaplamış yapımcıların dayatmasıyla tamamen gişeye oynanmış devam filmleri ise, belki gişede istedikleri başarıyı yakaladılar ama sinema adına her zaman hüsranla sonuçlandılar. Bu bölüme örneklerimiz ise saymakla bitmez. Biz en iyisi en güncel örneğimiz olan "Iron Man 2 - Demir Adam 2"yi verelim ve devam edelim.
Tony Stark (Robert Downey Jr.) ilk filmin sonunda bir basın toplantısıyla, kendisinin süper kahraman yani "Demir Adam" olduğunu cümle aleme haykırmıştı. Yeni maceramız bu dışavurumun altı ay sonrasında bir mahkeme sekansıyla başlıyor ve kendimizi tekrardan Stark'ın karşı konulamaz egosuyla baş başa buluyoruz. Kahramanımız kimliğini açık etmesinden dolayı hükümetle ters düşmüştür. Milyarderin bu pahalı teknolojik savaş oyuncağının (kendisini Demir Adam'a dönüştüren zırh) ABD'nin ulusal çıkarlarına hizmet edip etmediği sorgulanırken tehlikenin boyutları konusunda bilgilendiriliriz. Buna karşın Bay Stark, sahip olduğu gücün kontrol altında, güvenilir, taklit edilemez ve ulaşılmaz bir teknoloji olduğunu hatta bunun dünya barışına "özel" bir katkısı olduğunu anlatır. Bir nevi barışın "özelleştirilmesine" dair nutuktur bu. Barış kavramına bu tarz bir yaklaşım daha önce karşılaştığımız bir durum değildi. Fabrikaların özelleştirilmesine alışmış bünyelere farklı ve heyecanlı gelen bu önerme, filmin izleyicisi için umut verse de sonrasında gelen saçmalıklar yüzünden havada asılı kalıyor. Bir nevi bir parmak bal çalıyor ve bunu da geri alıyor. İlerisi için umut verdiğini sandığımız bu gelişmenin sonrasında devamı bir türlü gelmez.
Demir Adam'ın tek derdi elbette ki hükümet değildir. Zira vücudundaki reaktörün ham maddesi paladyum kanını zehirliyordur. Yani kendisine can veren aslında ölümüne neden olacaktır. Bir de bunların üstüne uzak diyarlarda bir "kaybetmiş" kendisine diş bilemektedir. Bu zat, dahi fizikçi "Whiplesh" Ivan Vanko'dan (Mickey Rourke) başkası değildir. Vanko babasının başına gelenlerden dolayı Stark'ı sorumlu tutar. Zamanında babasının da katkısı olduğu reaktörün bir benzerini kendisine yapmakta gecikmez. Tek düşman kesmez Demir Adam'ı. Stark Endüstrisi'nin bir numaralı rakibi Hammer Silah Endüstrisi'nin sahibi Justin Hammer (Sam Rockwell) Tony'nin halkın sevgilisi olmasına fena bozuktur. Bu sebepten Ivan Vanko'yla güç birliği yapar. Ona gerekli teknolojik desteği vererek "demirden" bir ordu yaratmasını sağlar.
Filmin temel sorunlarından biri tam bu noktada başlıyor. Fazlasıyla savruk hikâyesi ve geniş karakterli yapısı filmin handikapları. Tanımlanmış bir tehlike yok; bu bir dünyayı kurtarma, bir özgürlük, bir yaşam mücadelesi değil. Veya yeni bir "süpergücün" ortaya çıkması ve bunun yaratacağı tehlikeleri de önleme çabası da değil. Sorun tamamen "duygusal". Tüm izlediklerimiz Pentagon'a kimin silah teknolojisini satacağıyla ilgili. Ama bununda yeterince üstüne gidilmiyor. Üstünkörü bir yapıyla tamamen izleyenin yorumuna bırakılmış gibi dursa da kendi cümlesine yeterince sahip çıkamıyor yada bundan çekiniyor. Çünkü bu bir Hollywood yapımı ve bu tarz filmlerin Pentagon etkisinde çekildiklerini unutmamak gerekiyor.
Filmin diğer sorunu ise hikâyedeki karakter bolluğu. Bunlar usta bir senaristle çok farklı ve derinlikli olabilecekken, senarist Justin Theroux'un ellerinde tamamen tek boyutlu ve keyifsiz birer yan karaktere dönüşüyorlar. İlk filmde Terrence Howard tarafından canlandırılan, Stark'ın yakın dostu Albay Rhodes'u (Savaş Makinesi), bu bölümde Don Cheadle oynuyor. Ama ne yazık ki karton bir karakterden öteye gidemiyor. Scarlett Johansson "Karadul" Natasha Romanoff'la iz bırakamıyor. Zira yeteneklerine şahit olduğumuz anlar çok hızlı, çok az ve bunlar da CGI (özel efekt) destekli. Ajan Nick Fury rolündeki Samuel L. Jackson gibi bir oyuncunun filmde varlığını ise yeterince hissedemiyorsunuz bile. İlk filmden sevdiğimiz Stark'ın eli ayağı Pepper Potts (Gwyneth Paltrow) yine bildiğiniz gibi. Yani hâlâ Stark'ın arkasını toparlamakla meşgul.
İyi bir filmin hammadesi usta ellerin yazdığı iyi bir senaryodur. Eğer ki elinizde ki senaryonuz zayıfsa işini bilen teknik bir yönetmenle çalışırsınız. Yönetmen becerisi bu noktada devreye girer ve ustalığıyla senaryonun gediklerini bir bir kapatır ve önümüze orta halli veya iyi bir seyirlik çıkartır. Nitekim ilk izlediğimiz 2008 yapımı "Iron Man" tam olarak böyle bir filmdi. Oyuncu-Yönetmen Jon Favreau'nun ustalığı tartışılır ama geniş ve usta kadrosundan aldığı ilhamla bunu başarabilmişti. Ama ilk filmde tutan bu yapı ne yazık ki yukarıda saydığımız nedenlerden ötürü ikinci filmde bir türlü yerine oturmuyor. Yine oyunculuktan gelme senarist Justin Theroux'un elinden çıkma senaryo savruk ve bol karakterli bir yapıya dönüşüyor. Hollywood'un kullanmayı çok sevdiği "Memur" zihniyetine çok kolay angeje olabilecek bir iş çıkartan senaristin, kurduğu yapının hiç bir şekilde merkezi olmadığı gibi sırtını tamamen Downey Jr.'ın gevezeliğine yaslıyor. Yönetmen Favreau ise bu başarısız metnin etkisiyle kamerasını çok hızlı bir şekilde kullanıyor ve aksiyonu gereksiz yerlerde kullanıp, gereken yerlerde şöyle bir geçip gidiyor.
Demir Adam gibi geniş kadrolu bol bütçeli filmlerin, bu tarz yapıdaki filmlerde ehil olmayan yönetmen, senarist ve kurgucu elinde, içinden çıkılamaz bir hale gelmesi elbette kaçınılmaz bir sondur. Seyircisine sadece baş döndüren hızla ilerleyen bir film olarak geri dönen filmde en güzel şey, kulağa çalınan muhteşem AC/DC şarkılarıyla bitiş jeneriğinden sonra gösterilen 30 saniyelik bir sürpriz. Kaybedecek 124 dakikanıza acımayacaksınız izlemenizde bir sakınca yok.
Not: Newsweek Türkiye dergisinin 81. sayısında yayınlanmıştır...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder