
Film eleştirmenliğinden yedinci sanatın mutfağına kendilerini atan iki genç yazar Murat Emir Eren ve Talip Ertürk'ten, Türkler'e özgü bir zombi hikâyesi. "Ada: Zombilerin Düğünü".
Gazeteci savaş ay yıllar önce "dansöz" isimli garabet filmi çektikten sonra, Atilla Dorsay, şiddeti yüksek bir eleştiri yazmıştı. Dorsay, "Ne olur artık sinemayı sevmeyin, siz sevdikçe ve film çektikçe ben sinemadan soğuyorum" mealinde bir yazıyla filmi ve çekeni zamanın ötesine yolluyordu. Bu noktada soru şu: Her sinemayı seven film çekmeli mi? Bu sorunun yanıtı sinemaya bakışınızla ve tabii ki samimiyetinizle alâkalı. Derdi olan, bir şeyler anlatmak isteyen herkes film yapabilmeli. Bu bir ses sanatçısı da olabilir, bir gazeteci veya bir film eleştirmeni de. Gelişen teknolojinin (video paylaşım siteleri) ve bu teknolojinin artık daha kolay ulaşılabilir hale gelmesinin katkısıyla anlatacak hikâyesi olanların film çekmesine kimsenin bir itirazı olmamalı. Ne de olsa kötü olanlar, kendiliğinden ayıklanıp çöplüğe karışıyor, iyi olanlarsa her zaman belleklerde ve arşivlerde kendine bir yer bulabiliyor.
Film eleştirmenliği, hâlâ kabul gören, saygı duyulan bir meslek değil. Özellikle paragöz yapımcılar ve her yaptığını çok iyi sanan oyuncu, yönetmen gibi, sektör içinden ve dışından hiç kimseye yaranamıyorlar. Eleştirmenlere karşı genel tepki; "Yazmasını biliyorsan buyur gel sen çek" veya "Emeğe saygı" tadında sığ bir düşüncedir.
SİYAD (Sinema Yazarları Derneği) üyesi Murat Emir Eren ve Talip Ertük çok sevdikleri sinemaya artık köşelerinden değil, daha içeriden bir bakışla hizmet etmek amacında. Bu doğrultuda geçen hafta, yazıp yönettikleri "Ada: Zombilerin Düğünü" isimli korku komedi filmini görücüye çıkardılar.
Yönetmen ikili, bize tamamen yabancı bir konuyu, zombileri (yaşayan ölüler) seçerek aslında ne derece risk aldıklarının farkında. Sırf bunun için bile, belli bir saygıyı hak ediyorlar. İtalyan asıllı yönetmen George A. Romero ile yükselen bu türün başlangıçtaki tasası, tüketimin tamamen çığırından çıktığını ve kapitalist düzenin bunu körüklediğini, korkunç sahneler eşliğinde anlatmaktı. Kapitalist düzen her zaman olduğu gibi bu alanda da gücünü kullanarak, türü bu genel havadan çıkartıp absürtlüğe varan bir evrime yöneltti. Bunun son zamanlarda farklı ülke sinemalarından gelen örneklerini sıkça gördük. (Shaun of the Dead-İngiltere, Doed Sone-İsveç, Zombieland-ABD)
İlk zombi filmimiz "Ada: Zombilerin Düğünü" ise bu son üç örnekte olduğu gibi sırtını absürdlüğe dayıyor. Bunu yaparken de Cem Yılmaz ile anılan "Türkler'in kendilerine tamamen yabancı oldukları yerlerde yaşadıkları komiklikler" fonunu kullanıyor.
Bunda ne kadar başarılı olduğuna gelince, orada bazı sıkıntılar var. Film, bir grup arkadaşın Büyükada'daki bir düğün için toplanmasını ve düğünde halay çekilirken bir anda ortalığın zombiler tarafından basılmasını ve sonrasında yaşanan korku-mizah dolu anları konu ediyor. Yapı olarak tercih edilen el kamerası kullanımı yine sinemamızda bir ilk. Burada amaç izleyeni dehşete ortak etmek ve filmin içine sokmak .
Ama bu filmi izlerken ne hikâyenin içine yeterince girebiliyorsunuz ne de gerilime ortak olabiliyorsunuz. Mizah kısmında da anlık küfürlü diyaloglara yaslanılması eksi puan olarak filmin hanesine yazılıyor. Konunun zenginliği açısından bu bölümde daha yaratıcı orijinal bir şeyler olabilirmiş hissine kapılıyorsunuz.
Oyunculuklar genelde iyi gibi dursa da birtakım problemler var. Oyunculuk adına filmin zirve noktasına ulaştığı anlar Taner Birsel'in oynadığı sahneler. Filmin bir diğer artısı ise sinemamızda pek rastlanmayan makyaj çalışması. Özenli bir çalışmanın karşılığını film boyunca fark etmek. Kamera kullanımı, ses-ışık bütünlüğü filmin genel havasında göze çarpan diğer eksiklikler.
Eren ve Ertük ikilisi yönetmenlik dahil, sıkıntıları olan bir işe imza atmışlar ama yine de kimi dokunuşlarıyla gelecekte yapacaklarına dair bir umutla yolluyorlar sizi salondan. İlk olmanın zaaflarına karşın filmi keyifle izliyorsunuz. Ünlü yapımcı Samuel Goldwyn, "Sinema eğlence içindir, ortada iletilmesi gereken bir mesaj varsa Western Union'a gidilsin" der. Amaç mesaj değil keyif vermekse film bu vaadini yerine getiriyor. Bu da bir şey.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder