
Yeni online basketbol dergisi Slam Dunk'ın ikinci sayısı hazırlıkları sırasında şöyle bir tartışma alevlendi. Bu yılın en çok konuşulan ve tarihsel olarak gişelerde en çok kazanan filmi Avatar, haddinden fazla beğenildi!. Basketbol konuşurken birden bu tartışmanın içerisinde olmak saçma ama keyifliydi. Tek sorun toplantı süresenin uzamasıydı...
Teknik işçiliği tartışılamaz derecede mükemmel olan Avatar’ın bu denli abartılmasının sebeplerini ortaya koymakta güçlük çekenlerin sığındığı tek liman elbetteki yumuşak karın olan senaryoydu. Neticede sinema tek başına teknikten ibaret değil, ana ve yan sanayileriyle birlikte üretilen ve sunulan bir ürün (sanatseverler ürün lafına takılabilirler, takılmayın). Tamam, kabul Avatar içerik bazlı olarak bilinenlerin üstüne çok fazla tuğla ekleyen bir yapıda değildi. Zira filmin böyle bir iddiası da yoktu. Avatar milattır veya değildir. Avatar abartılmışdır veya hak ettiği yerdedir. Ne denirse densin, neticede mükemmel bir filmdir ve yıllar sonra da yine aynı keyifle izlenecektir...
Avatar tartışmasının ardından akla düşen overrated yani fazla abartılmış, değeri olduğundan fazla gösterilmiş filmleri incelemek istedim. İnanın bana, öyle filmler var ki listelerde şaşmamak –hadi canım! dememek- elde değil. Neticede subjektif bir sanat olan sinemanın kişiden kişiye yarattığı etki bıraktığı iz her zaman aynı olmuyor. Son yıllarda haddiden fazla değere binmiş filmlere birlikte bir göz atalım. Çok film var overrated olduğu iddia edilen, içlerinden kendimce bir eleme yaptım kendi beşlik listemi (asil ve yedek olmak üzere) hazırladım. Afiyet olsun. Yerseniz!...
05
TRAINING DAY
Denzel Washington’a En İyi Erkek Oyuncu Oscar’nı kazandıran bir performansı içinde barındırmasına rağmen listeme beşinci sıradan girmeyi başardı. Tebrik ederim. Akademi’nin kötü adamları iyi oynayan oyunculara karşı hürmet ettiği bilinen bir gerçek. Kabul, performans başarılı, ama filmin bütünü? Fazlasıyla alışıldık hikayesinde ki tek artı kahramanın “kirli” bir polis olması. Anti kahraman modu son yılların geçer akçesi. Abartının ulaştığı nokta ise filmin neo noir’in başlangıcı olduğu. Hadi canım!! Eee Matrix vardı, onu ne yapacağız?
04
CHICAGO
2002 yılında abartının zirvesini yaşayan bir yapım. Karşısında “Gangs of New York”, “The Pianist”, “The Hours ve “Lord of the Rings:Two Towers” gibi filmler varken bu filme En İyi Film Oscar’ını vermek kimin fikriydi kuzum? Bir kaç eğlenceli müzikal numarası dışında pek bir numarası olmayan sıkıcı bir film benim için. Tahmin edilebilir hikayesinden söz etmeye gerek bile yok...
03
SHAKESPEARE IN LOVE
Chicago fiminden tam dört sene önce abartıldı bu film. Mevzu aynı. Akademi’nin İngiliz’lere kıyağı da denebilir. Ödüllerde geride bıraktığı iki filme bakalım; “Saving Private Ryan” ve “The Thin Red Line”. Aslında bu iki film herşeyi açıklıyor. Akademi burada fena halde politik bir tavır koyarak sabun köpüğü bir filme ödülü yapıştırdı. Saving Private Ryan’e gidecek ödül Akademi’yi savaş yanlısı gösterebilirdi, Thin Red Line’a gidecek bir ödül ise Akademi’nin karşısına Yahudi cemaatini çıkaracaktı. Ne etliye ne sütlüye diyip karar alınmış. Bu filmin aday olduğu sene sinemalarda gösterilen, “American History X”, “The Big Lebowski” ve “Dark City” sonraki yıllarda birer efsane olarak anılırken, Shakespeare in Love’dan pek fazla kimse söz etmiyor... Abartının da bir sonu var demek ki...
02
AMERICAN BEAUTY
Neresinden bakarsınız bakın sevimsiz bir film. Abartılı duygusallığı ise tam bir felaket. Kuşkusuz filmin en büyük artısı usta aktör Kevin Spacey’in eşsiz oyunculuğu. Filmin başından itibaren bizlere tam bir sapık olarak gösterilen kahramanın filmin sonunda aklanmasını ne yapacağız. Klasik bir Hollywood sonu işte. İyi bitsin herkes mutlu gitsin evine. En sertinden bir toplum eleştirisi nidalarıyla ve alkış sesleriyle göklere çıkarılan bu filmin yerine sizlere tavsiyem Fight Club’ı bir kez daha izleyin demek olur...
01
TITANIC
İşte tam bir guilty plaesures (suçlu zevkler) örneği. James Cameron güzellemesi. Bir milyar doların üstündeki hasılatıyla tüm zamanlar rekorunu elinde tuttu. Ta ki yönetmeni yeni bir film çekene dek. Kabul edelim hepimiz bu filmi çok uzun süresine rağmen başından sonuna bir kaç kez izledik. Ama bu onu yeterince iyi bir film yapmaya yetmiyor. Sadece iyi bir seyirlik o kadar. Hele ki 11 Oscar ödülünü ise hiç haketmiyor. Film klasik olarak bir James Cameron hastalığından müzdarip. Hikaye ve bu hikayeye yeterince iyi hizmet edemeyen karton karakterler. Keşke yönetmeni, filmi çekerken gösterdiği kusursuz teknik işçiliği ve detaycılığı (Sadece 1 sn falan gözüken porselen tabakların 1912’de üreten şirketin uzantısı tarafından aynı kalitede tekrar üretildi!) oyuncular üzerinde de gösterebilseymiş. İşte o zaman tadından yenmezmiş.
YEDEK KULÜBESİ
05
CRASH
KISACA: Bir benzetmek yapmak gerekirse (madem abartı listesi yapıyoruz abartalım dimi ama) filmin kör gözün parmağına mesajları havada uçuşuyor ve bu haliyle fena halde Mahsun Kırmızıgül yapımlarını anımsatıyor. O derece hani...
04
PARANORMAL ACTIVITY
KISACA: Bu kadar konuşuluyor ve övgülere boğulması entrasan (Ömer Üründül kaçtı içime evet). Pazarlama harikası sadece. Başka bir şey değil.
03
300
KISACA: Tam bir balon.Yine tekniğin zirvelerde gezindiği, senaryonun ise Amerikan çıkarlarına alet edildiği olmamış ama çok ses getirmiş bir yapım...
02
NO COUNTRY FOR OLD MEN
KISACA: En iyi film ödülünü cebe attı ama ne yazık ki fazlasıyla uyarlandığı kitap tadında. Yani kitap mı olmak istemiş film mi belli değil...
01
LOST IN TRANSLATION
KISACA: Bill Murray’ın enfes oyunculuğuna rağmen fazlasıyla sıkıcı bir film. Yönetmenin Coppola soy isminden nemalandığını söylemek pek ayıp olmaz. Kıstas olmaz ama. netekim son filmi Somewhere yerlerde sürüyor...
1-2 film dışında katılıyorum...özellikle "no country for old" men yerine "there will be blood" almalıydı oscarı.
YanıtlaSil