9 Kasım 2010 Salı

Anneme PES* oynadığımı söylemeyin...


... O beni profesyonel futbolcu sanıyor!

80'li yılların ikinci yarısından sonra ülkede hızla yayılan atari salonlarına uğramayan çocuk yoktur herhalde. Buna ben de dahildim. Okuldan kalan zamanı öldürmenin en iyi yolu buydu. Uzayın sonsuz boşluğunda yıldız savaşlarına katılmak veya turnuvalarda tekme tokat birilerine girişmek tüm dış dünyadan izole olmamı sağlıyordu. Ta ki bu çok sevdiğim izole hayatın içine giren bir gerçeklik kapımı çalana dek.

Akranlarla toplanmış babalardan alınan harçlıkları jetonlara yatırmışız. Mahallenin bıçkın, yaşça büyük ve "sorunlu" ağabeyleri de orada. Oynadığımız oyunlarda dünyaları değiştiren biz küçükler, bu ağabeylerin bize gösterdiği keskin aletin bir sonucu olarak tüm jetonlarımıza el konmasının ne demek olduğunu anlamıştık. Bu travmatik durumun bendeki etkisi uzun yıllar oyun dünyasından uzaklaşmama neden olmuştu. Geri döndüğümde çok şeyi geride bırakmış ve kaçırmıştım. Efsanevi Commodore ve Amiga sonrasında ise teknoloji harikası PlayStation tam olarak hayatıma giremedi mesela.

Bütün bunları anımsamama neden olan geçen ay Rodeo Yayınevi'nden çıkan kapsamlı ve keyifli bir kitap: "Oyuncunun Günlüğü." Yazarı, FHM Türkiye editörlerinden Berk İybar. Yazar, bilgisayar oyunlarındaki uzmanlığını, bilgisini ve asıl önemlisi "oyuncu" kimliğini olabildiğince detaylı, üstünde düşünülebilir ve tartışılabilir bir eser olarak ortaya koymuş.

Kitap, oyun ve oyuncu dünyasına ait birtakım soru ve sorunlara dair tespitlerle dolu. Ne diye oyun oynarız ki? Saatlerce ekran karşısında kalmanın hayatımızda ne gibi bir anlamı var? Bağımlılık nerede başlar nerede biter? Gerçek dünyada kaybedenlerin sığınma yeri midir bu oyunlar? Elde etmeye doyamadığımız skorların ne gibi bir yansıması olur "asıl" dünyamıza...

Birçokları için nedensiz vakit geçirmenin en keyiflisi olarak görünen bu dünyaya ait sorulara verilen cevapları okudukça, sanal oyunlara saplantılı şekilde bağlı olma halini daha iyi anlayabiliyorsunuz. Ve meselenin sadece bir oyundan ibaret olmadığını da görebiliyorsunuz. Gerçekle oyun arasında kurulan bağlantılar işin sosu niteliğinde. Öyle ki savaş oyunlarına yapılan göndermeler aslında başlıbaşına her şeyi anlatıyor gibi: Savaş hiç bitmez, sadece şekil değiştirir. Oyun dünyasının bu mesajı, yalnız kurmacalar aleminde değil fizik dünyada da geçerli.

Oyunlardaki mekân kurulumlarını, içimizde saklı kaplanları özgürce salabileceğimiz birer vahşi yaşam sahası olarak gören yazar, ardından şu cümleyi kafamıza sokuyor: "Gerçek hayat ise hayvanat bahçesindeki kilitli kafeslerimiz."

Kitabı özel kılan bir başka unsur ise Cem Mumcu, Mevlüt Dinç ve Erkan Bayol gibi oyun dünyasının yeterince içinde olanlarla yapılan röportaj ve analizler. Kitaba getirilebilecek tek eleştiri ise bu denli kapsamlı ve analize dayalı bir eserin basit bir çizgi roman havasında verilmesi. Bu sunumun bu değerli çalışmanın geri planda kalmasına neden olacağını düşünüyorum. Yine de bilgisayar oyunları kültürüne yönelik eli yüzü düzgün ve en önemlisi öncü bir çalışma olarak dikkat çeken kitabı es geçmemek gerek.

*PES: Pro Evolutıon Soccer: Dünyaca ünlü futbol oyunu.

not: Newsweek Türkiye dergisinin 107.sayısında yayınlanmıştır...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder