26 Kasım 2010 Cuma

Twilight: Breaking Dawn'dan ilk kare!!!


İçi boşaltılmış vampir ve kurt adam mitinden ergen bedenlerde ayrı bir mit yaratan Twilight fırtınası bir türlü dinmek bilmiyor. Serinin dördüncü bölümünün -çok lazımmış gibi- iki bölüm halinde çekimlerine başlandı.

Final bölümünün yönetmen koltuğundaki isim ise "Dreamgirls"den tanıdığımız Bill Condon. Yani kendisi o nefretle andığımız Hollywood’un kravat takan memur yönetmenlerinden. Yapımcıları ne derse yapacak biri. Final bölümünün iki bölüm halinde hazırlanmasının tek bir açıklaması olabilir, o da paragöz yapmcıların altın vuruşu yapmak istemeleri. Ne diyelim allahlarından bulsunlar. Verdiler genç bedenlere zehiri...

Gelelim asıl meselemize. Kirsten Stewart'ın bedeninde can bulan Bella'nın yatağına uzanmış şekilde bir fotoğrafı sanal ortamlara düştü. Kitapları büyük bir heves ve hayranlıkla takip eden fanlar bu sahnenin önemini kavrayacaklardır. Setten sızan ilk fotoğrafın Bella'nın yüzünün görünmemesine rağmen büyük heyecan yaratacağını elbette ki uyanık yapımcılar da biliyordu.

Filmin, Bella dışındaki oyuncuları ise; Robert Pattinson (ömrü boyunca bu garabetle anılacak!), Dakota Fannig, Jackson Rathbone, Anna Kedrick ve Taylor Kendrick...

İlk bölümün gösterim tarihi 18 Kasım 2011 olarak belirlenmiş... O vakitler kendimi bir adaya atıp fırtına dinene kadar şehre uğramamayı dahi aklımdan geçiriyorum...

MASKELİ SÜVARİ JOHNNY DEPP


Büyük bütçeli yaz filmlerinin efsane yapımcısı Jerry Bruckheimer yeni bir "Karayip Korsanları" serisi yaratma peşinde. Hedefteki proje 80'li yılların televizyon dizilerinden Maskeli Süvari (The Lone Ranger)...

Zorro'u andıran göz bandı, siyah şapkası ve gümüş kurşunlarla dolu silahıyla anti kahraman-kovboy- görümündeki Tonto ve şürekasından mütevellit maceralardan oluşan dizinin sinema uyarlaması için kolları sıvayan tek isim Jerry Bruckheimer değil elbette. Yapımın yönetmen koltuğuna oturan ise, "Karayip Korsanları" serisiyle popcorn sinemada rüştünü ispatlayan Gore Verbinski. Filmin ana karakeri Tonto'yu ise Johnny Depp canlandıracak. Bir nevi eski arkadaşlar toplandık yine yeniden eğlenelim dedik hali.

Filmin seyirciyle buluşma zamanı olarak 2012 belirlenmiş... Maskeli Süvari'den yeni bir Karayip Korsanları serisi ve tadı çıkar mı çok emin değilim yinede kadro itibariyle umut vermiyor değil. Bekleyip göreceğiz artık...

25 Kasım 2010 Perşembe

10 MADDE : I LOVE PHILLIP MORRIS


Olağanüstü güzellikte “sivri” bir film “ I love Phillip Morris”. Başrollerini Jim Carrey ve Ewan McGregor’un paylaştığı filmden kısa notlar...

* Filmin ismine aldanıp bir sigara şirketinin hikayesi moduyla yaklaşmayın. Konusunu, tarihin görüp görebileceği en ilginç ve zeka düzeyi yüksek dolandırıcısı Steven Jay Russel’ın gerçek hikayesinden alan yapım, iki homoseksüelin aşkını olabildiğince güzel anlatıyor. Ön yargılarınızı bir kenara bırakıp izlemenizde fayda var. Neticede alışageldik şekilde bir kadın ve bir erkekten oluşan romantik filmlerden ziyade iki gayin hikayesi gerçekten komik ve bir o kadar can acıtı.

* Filmin iki yönetmeni var. Glenn Ficarra, John Regua. İkili filmde gayet başarılı bir yönetim sergiliyorlar. Sizi sıkmayacak bir tempoda hem dramı hem komediyi keyifli bir şekilde işlemişler...

* Filmin bir diğer başarılı ikilisi elbette ki başrol oyuncuları. Carrey ve McGregor resmen resital sunuyorlar desek yeridir. Slapstick komedilerine alıştığımız ve sevdiğimiz Carrey’in performansı gerçek anlamda takdire şayan. Sanki oyuncu hayatı boyunca bu rolü beklemiş azmetmiş de oynamış diye düşünmeden edemiyorsunuz. Keza McGregor; ona hayran olmamak elde değil. Dram sahnelerindeki performansı okullarda ders olarak okutulacak cinsten. Biraz da abartmak gerekirse bu yılki Oscar’larda en azından adaylıklarda isimlerini duymamız gerekir diye düşünüyorum. Zira Akademi son yıllarda eşcinsel temalı filmlere prim vermekte elini korkak alıştırmıyor. (bkz.Milk)... Bir de üstüne gerçek hikaye olduğunu düşünürseniz bir kaç adaylık alması gerekir.

* Filmin öyküsü sizlere tanıdık gelecektir. Steven Spielberg’in yönetmenliği yaptığı, Leonardo DiCaprio ve Tom Hanks’in oynadığı “Catch Me if You Can” ile “Brokeback Mountain” tadı alacaksınız. Ama bu iki filmin etkilerini görmenize rağmen onlardan daha özel ve daha derli toplu olduğunu da göreceksiniz...


* Hayatı yalanlar üstüne kurulu Steve Russel’ın dolandırıcılıkta başarısı ve sonrasında her seferinde yakayı ele vermesini kahkahalar eşliğinde izleyeceğinizden emin olabilirsiniz. Yaptığı bütün dolandırıcılıklardan ardından kendinde tek kalan şeyin “Aşk” olduğunu görmesi işin hüzünlü kısmını oluşturuyor.

* Filmi topyekün bir başyapıt ilan edemeyiz. Zira hapishane sahneleri biraz abartı ve gerçek dışı duruyor. Filmin uyarlandığı Steven McVicker’in kitabını okumadım. Ama yılların Hollywood hapishanelerine ters düşen durumlar biraz mantığınızı zorlayabilir.

* Filmin bir diğer artısı müzikleri. Hiç bir şekilde uygunsuzluk göze çarpmıyor. Neredeyse her sahneye en uygun müzikleri bulup kullanmışlar. Nina Simone’dan “To love somebody” ve Devotchka’dan “I cried like a silly boy” ilk elden akılda kalanlar...

* Filmin bir diğer yanı ise politik göndermeleri. Ciddi bir George W.Bush ve Texas düşmanlığını rahatlıkla sezebilirsiniz. Hatta bir sahnede “Fucking Texas” sözünün altında yatanı anladığınızda yüzünüzde ufak bir tebessüm oluşacak...Final cümlesine dikkat!:)

* Filmde birden fazla twist (ters köşeye yatırma) var. 6.His’den bu yana sıkça başvurulan twistler bu filmde doğru zamanlarda kullanıldığı ve gerçekten beklemediğiniz anlarda geldiği için sıkıcı olmaktan ziyade keyif verici...

* 2008 yapımı filmin ilk gösterimi 2009 Ocak ayında Sundance Film Festivali’nde oldu. Bu tarihten itibaren Cannes dahil bir çok önemli festivalde gösterim şansı bulurken anavatanı Amerika’da bile genel gösterime ancak 3 Aralık’ta çıkacak. Filmin Türkiye gösterimi büyük ihtimalle filmin ne kadar iyi promate edilmesiyle şekillenecek. Kişisel kanaatim kuvvetle muhtemel DVD olarak raflardaki yerini alacak. Gönül rahatlığı içerisinde tekrar tekrar izlenecek filmler arşivinize katabilirsiniz. DVD alacak param yok diyorsanız dayanın torrent sitelerine...BlueRay’den DVD kaydına kadar her türlü formatta bulabilirsiniz (bir dost)...

21 Kasım 2010 Pazar

...ERKEN BASKI... ARALIK AYI İZLEME REHBERİ...


Yılın bu son ayında sinema koltuğuna kurulup izlenmesi gereken beş film...

AV MEVSİMİ
3 Aralık
Yön: Yavuz Turgul
Oyn: Şener Şen, Cem Yılmaz, Çetin Tekindor, Melisa Sözen, Okan Yalabık

Kısaca: Bir cinayet araştırması sırasında hayatları alt üst olan üç farklı polisin hikayesi dışında pek bir bilgiye sahip değiliz.
Beklenti: Yavuz Turgul ve Şener Şen ortaklığı sinemamızın en verimli ortaklıklarından olmuştur her zaman. Son yıllarda yaptıkları bir kaç iş birbirine benzer temalar etrafında dönse de, her zaman büyük ilgi görür ve takip edilir. Filmin ilk teaser görüntüleri yayınlandığında yerli “Se7en” geliyor nidalarıyla beklemeye koyulmuştuk. Nihayetinde ise yakın zamanda fragmanı ve ön tanımtımlarıyla görücüye çıkan film, ilk etkinin aksine biraz kuşkuyla karışık bir bekleme sürecine girdi. Fragmanlar her zaman için tam ve sağlıklı bir fikir vermese bile, şahit olduğumuz görüntüler şimdilik bizleri tuhaf, sıkıcı ve hatta hikayesi olmayan bir film bekliyor gibi duruyor. Yine de umudumuzu kaybetmedik ve sinemadaki yerimizi alıp ışıklar kapandığında kadrosunun verdiği güvenle pür dikkat kesileceğimizden hiç şüphemiz yok...

THE TOURIST
10 Aralık
Yön: Florian Henckel von Donnersmarck
Oyn: Angelina Jolie, Johnny Depp

Kısaca: Aşk acısından kaçıp İtalya’ya giden Amerikalı Frank’in sıradışı turistik hikayesi. Güzeller güzeli (ne demekse bu, ağız alışkanlığı, artık çok yaşlanmış Jolie) Elise’nin ortaya çıkmasıyla İtalya’ya yapılan turistik ziyaret amacından sapar. Bol entrika ve kaçıp kovalamacısı bol bir seyirlik.
Beklenti: Bir kere film fazlasıyla bu yaz sonu izlediğimiz Tom Cruise ve Cameron Diaz’lı aksiyon “Knight and Day”ı anımsatıyor. Ve aslına bakarsınız “The Tourist” Hollywood’un vazgeçemediği bir alışkanlığının yeni bir örneği. Yani yeniden çevrim. Başrollerini Sophie Marceau ve Yvan Attal’ın oynadığı , Jerome Salle yönetiminde çekilen 2005 yapımı “Anthony Zimmer”in İngilizce versiyonu … Filmin umut veren tek tarafı oyuncularından ziyade yönetmen koltuğundaki isim. Von Donnersmarck, “Das Leben der Anderen-Başkalarının Hayatı” filmiyle En İyi Yabancı film Oscar’ını kucaklamıştı. The Tourist bu filmden sonraki ilk filmi. Henüz filmi görmedik ama stratejik olarak Hollywood’daki ilk işinde remake koltuğuna oturmak şaşırtıcı ve yanlış bir karar olabilir. Bekleyip göreceğiz.

THE CHRONICLES OF NARNIA: THE VOYAGE OF THE DAWN TREADER
10 Aralık
Yön: Michael Apted
Oyn: Ben Barnes, Skandar Keynes, Georgie Henley, Will Poulter

Kısaca: Narnia Günlükleri serisinin üçüncü filminde kahramanlarımız Edmund ve Lucy Pevensie ile şürekası kendilerini bir tablonun içine yerleştirilmiş halde Şafak Yıldızı isimli gemide bulurlar. Kader çizgilerini belirleyecek yolculuklarında hayal bile edemeyecekleri engellerle karşılaşırlar ve olaylar gelişir…
Beklenti: Filmin yönetmeni Apted, memur yönetmen olarak tabir edilen tipik bir Hollywood yönetmeni. Stüdyo ne derse emir komuta zinciri içinde bunu yerine getirmekle mesai harcar, özgün fikirlerini ve yönetmenlik becerilerini geri plana iterler. Bu bakımdan bir yönetmen filminden ziyade büyük bütçeli filmlerde adet olduğu üzere yapımcının kurallarının işlediği bir seyirlik bekliyor bizi. Buda beklentiyi olabildiğince minimize etmemiz için bir neden. Patlamış mısır ve büyük boy bir kola eşliğinde özel efektlerle sırtını dayamış bir masal izlemek istiyorsanız size mani olmayalım… İlaveten filmin 3D olduğunu belirtmek isterim ki olmazsa şaşardım zaten…

ÇAKAL

17 Aralık
Yön: Erhan Kozan
Oyn: Uğur Polat. Erkan Can, İsmail Hacıoğlu, Çetin Atay

Kısaca: Annesinin ölümüyle hayatı bir anda farklı bir yöne sapan Akın’ın yaşadığı sıradışı olaylar. Yeni hayat yeni düşmanlar hesabı…
Beklenti: Türk sinemasından yeni bir kara film örneği daha. Bu tarz filmleri Hollywood kodlarıyla çözmeye çalışıyoruz nedense. Oysa ki kara filmin tüm segmentleri bizim yaşam biçimlerimize fazlasıyla uygun ve rahatlıkla adapte edilebilir. Ama illa Hollywood işi olacak diye kasan bir tarafımız var. Bu filmi henüz görmedik sözümüz meclisten dışarı ve fakat gelin görün ki anımsattığı tam olarak böyle bir his. Filmin güven veren tek tarafı Uğur Polat ve Erkan Can. Fazla bir beklentiye kapılmadan en azından oyunculuk şovu için gidip izlenebilir...

THE TOWN
24 Aralık
Yön: Ben Affleck
Oyn: Ben Affleck, Rebecca Hall, Jeremy Renner

Kısaca: Boston şehrinin en acımasız banka soygun çetesi ve onun lideri Doug’un giriştikleri son işte başlarına gelen Stockholm Sendromu’nu anımsatan durumun yarattığı etkileri üzerine bir film.
Beklenti: Oyunculuğu tartışmalı yönetmenliği ise başarılı bulunan Ben Affleck’in ikinci yönetmenlik denemesi. Yurt dışında hayli olumlu eleştiriler almış durumda. Bizde de Ekim ayında Film Ekimi kapsamında sınırlı bir gösterime çıkmıştı. Artık genel gösterim vakti. Oscar yarışında ismini duymamız muhtemel dahilide. Film Ekimi’nde kaçırdıysanız eğer size köprüden önce son çıkış. Kaçırmayın…

OSCAR’A DOĞRU... BÖLÜM - 1...


27 Şubat 2011'de 83. kez sahiplerine verilecek olan Oscar’ların henüz aday listeleri yayınlanmadı. Adaylıklar ise 25 Ocak'ta açıklanacak. Yıl boyunca bizde ve yurtdışında vizyon yüzü görmüş (ve görmeye hazırlanan) yarışa katılabilecek filmleri süzgeçten geçirip kendimce bir liste hazırladım. Listenin ilk bölümü takdimimdir. Keyifli okumalar...

127 HOURS
Yön: Danny Boyle
Oyn: James Franco, Amber Tamblyn, Kate Mara


KISACA: Konusunu gerçek bir hikayeden alıyor. Aron Ralston isimli dağcı tırmanış esnasında kaya bloğuna sıkışır. Ve 127 saat boyunca kurtarılmayı bekler.
VAZİYET: Son filmi “Slamdog Millionaire” ile heykelciği evine götüren Danny Boyle’un açıkcası nasıl bir film yaptığı merak konusu. Neticede 127 saat tek mekanda geçen bir filmin sinematografik yapısı Akademi üyelerine biraz fazla gelebilir. Filmi tek başına götürecek olan James Franco'nun adaylık konusunda şansı yüksek ama karşısında çok güçlü bir rakip olacak...Colin Firth...

AGORA
Yön: Alejandro Amenabar
Oyn: Rachel Weisz, Max Mighella, Asraf Barhom


KISACA: Din olgusunun insanın kültür hayatına olan yıkıcı etkisini muazzam bir şekilde aktarıyor film. Döneminin filozof ve astronom bilgini İskendireyeli Hypatia’nın yaşadıkları üzerine temelleniyor.
VAZİYET: Filmin sanat ve görüntü yönetmenliği dallarında aday olmaması için hiç bir neden yok. Başarılı set ve kostüm çalışmaları mevcut. Oyunculuk olarak adaylık alacak kadar pek parlak olmasa da yönetim olarak Amenabar’a bu filmden bir adaylık çıkması muhtemel. Yalnız filmin ABD’deki dağıtımında bir problem yaşandığından Oscar yarışı dışında kalması da gündemde…İyi kulis ödülleri getirebilir…

THE AMERICAN
Yön: Anton Corbijn
Oyn: George Clooney, Bruce Altman, Thekla Reuten


KISACA: Martin Booth’un çok satan romanından uyarlama film, son işini yapıp inzivaya çekilmeye hazırlanan bir tetikçinin öyküsünü anlatıyor.
VAZİYET:
Video klip ortamlarından çıkıp uzun metraja gönül veren Corbijn, bir önceki filmi “Control” ile resmen göz ardı edilmişti. Bu sefer de edilmeyeceğinin bir garantisi yok elbette. Filmin bana göre artısı, Martin Ruhe yönetimindeki görüntü çalışması. Bunun dışında pek kayda değer adaylıklar ve kazanımlar ihtimal dahilinde gözükmüyor….

BLACK SWAN
Yön: Darren Aronofsky
Oyn: Natalie Portman, Mila Kunis, Vincet Cassel, Winona Ryder, Barbara Hersey


KISACA: Kuğu Balesi’ni bilen bilir. Filmin ismi bu ünlü balenin bir bölümüne öykünüyor. Emekliye ayrılmış bir balerin ve onun rakibesi hakkında Aronofsky tadında bir gerilim. Metaforlar içinde yüzeceğinizden emin olabilirsiniz…
VAZİYET: Akademi için yorucu olabilir. Bir kere gerilim ve metaformik anlatımlar artık iyiden iyiye yaşlanmış üyelere zor ve anlaşılmaz gelebilir. Bu haliyle işi zor görünsede, en azından En İyi Yönetmen dalında Aronofsky’e bir adaylık çıkması muhtemel… Belki bir ihtimal oyunculuk dallarında sürpriz yapabilir...

BIUTIFUL
Yön: Alejandro Gonzalez Inarritu
Oyn: Javier Bardem, Marciel Alvarez


KISACA: Zorunlu olarak yaptığı yasadışı işlerle para kazanmaya çalışan, sorunlu ama sadık ve duyarlı bir babanın hikâyesi.
VAZİYET: Film Meksika tarafından En İyi Yabancı Fim kategorisinde yarışması için gönderildi. Buna ilave olarak pek çok dalda adaylık alma şansı çok yüksek. Başrol oyuncusu Javier Bardem , bu filmdeki performansıyla Cannes’da En İyi Erkek Oyuncu ödülünü kazanmıştı. Filmin arka planında görkemli ve hepsi Oscar heykeli sahibi isimler mevcut: Görüntü yönetmeni Rodrigo Prieto (Brokeback Mountain), kurguda Stephan Mirrione (Traffic) ve yapım tasarımda Brigitte Broch (Moulin Rouge!). Bu isimlerin hepsi filmi yarışta bir adım öne taşıyacak isimler.

THE FIGHTER
Yön: David O.Russel
Oyn: Christian Bale, Amy Adams, Mark Wahlberg, Melissa Leo


KISACA: Yapım, “irish” Ward adındaki bir boksörün hayat hikayesi üzerine inşaa edilmiş. Yılın spor temalı aile filmlerinden diyebiliriz…
VAZİYET: Akademi’nin en sevdiği türden. Spor ve aile teması her zaman iş yapan konular. Yönetmeni O.Russel pek sevilen ve takdir edilen bir isim olmamakla beraber filmden çıkacak muhtemel adaylıklar oyuncu bazlı olacaktır.

INCEPTION

Yön: Christopher Nolan
Oyn: Leonardo DiCaprio, Joseph-Gordon Lewitt, Ellen Page, Ken Watanabe, Marion Cotillard, Michael Caine, Tom Berenger, Cillian Murphy


KISACA: Uzmanlık alanı rüya görme anında bilinçaltının derinliklerindeki değerli sırları çalmak olan insanüstü hırsız Dom Cobb’un altın vuruşu…
VAZİYET: Yılın en önemli en özgün işi. En fazla adaylık alacak filmlerinden biri olacak şüphesiz. Orijinal Senaryo adaylığı cepte denebilir. Keza bu yönetmenlik içinde geçerli. Bir önceki filmi The Dark Knight ile Akademi tarafından eli boş gönderilen Nolan’ın şansı bu sefer zirvelerde geziniyor. Son zamanlarda bizim keyifsiz yerli filmlerin fragmanlarında sıkca duymaya başladığımız tema müziği ile de heykelciği kaldırmaması için hiç bir neden yok.

WINTER’S BONE
Yön: Debra Granik
Oyn: Jennifer Lawrence, John Hawkes, Dale Dickey


KISACA: Küçük kardeşleri ve hastalıkla boğuşan annesine bakmakla mükellef genç bir kızın dramatik öyküsü.
VAZİYET: Film bu yıl Sundance’da Büyük Jüri Ödülü’yle onurlandırıldı. Debra Granik’in hem yazıp hem yönettiği film ayrıca Waldo Salt senaryo ödülünü de hanesine yazdırmakta gecikmedi. Klişelerden arınmış bir dramatik yapının Akademi üyelerini cezbetmemesi imkansız. Yönetimden ziyade filmin en büyük kozu olgun senaryosu ve genç oyuncusu Jennifer Lawrence. Olası rakibelerini zor durumda bırakacak kadar güçlü bir performans sergiliyor Lawrence…

TOY STORY 3

Yön: Lee Unkrich
Ses: Tom Hanks, Tim Allen, Joan Cusack, Ned Beatty, Don Rickles


KISACA: Çok sevilen animasyon serisinin bu son bölümünde Andy, üniversiteye gitmeye hazırlanmaktadır. Çocukluk döneminin sadık oyuncakları ise belirsizlikler içinde olan gelecekleri yüzünden endişe içindedir.
VAZİYET: Bu yılın hem seyirci hem eleştirmen bazında geçer not alan animasyon filmi. Gişede de büyük başarı yakaladı. Animasyon’da adaylığı kesin olsa da bir sürpriz yaparak En İyi Film Kategori’sine giriş yapabilir…

THE KING's SPEECH
Yön: Tom Hooper
Oyn: Colin Firth, Helana-Bonham Carter, Geoffrey Rush, Timothy Spall, Guy Pearce, Michael Gambon


KISACA: Konuşma bozukluğu rahatsızlığına sahip İngiltere kralı VI. George ve ona bu hastalığı konusunda yol arkadaşlığı yapan terapisti üzerine bir dönem filmi…
VAZİYET: Dönem filmleri Oscar Akademisi’nin en çok sevdiği yapımlar olmuştur. Kostüm olayını çok severler. Buradan bir adaylık çıkar kesin. Kral George’yu canlandıran Colin Firth için dışarıda muhteşem tadında yorumlar yapılıyor. Epeydir oyunculuğuyla göz kamaştıran Firth adaylıktan ziyade ödüle çok yakın.

20 Kasım 2010 Cumartesi

YARGIÇ DREDD'LE İKİNCİ RANDEVU...


"Bir toplumda suç varsa orada adalet yoktur" düsturuyla yayınlanan ünlü İngiliz çizgi roman polisiyesi Judge Dredd beyazperdeyle ikinci randevusuna hazırlanıyor...

Çizgi romanın 1995 yılında yönetmen Danny Cannon tarafından uyarlanan versiyonunda, aslına sadık olarak yaratılan evrenin, son derece kötü senaryosu ve aceleci tavrından dolayı pek beğenilmediğini söylemek gerekir. Filmde Yargıç Dredd olarak İtalyan aygırı Slyvester Stallone'yı izlemiş ve rolü kendisine pek bir yakıştırmıştık.

Aradan geçen 15 yıl sonrasında "Dredd" ismiyle tekrardan sevenleriyle buluşacak olan bu distopyada, yargıç rolünde Karl Urban'ı izleyeceğiz. Urban'ı daha önce Yüzüklerin Efendisi serisinde Eomer suretinde izledik. Bugün yayınlanan ilk fotoğrafa göre (yüzü pek belli olmasada) tipoloji olarak en az Slyvester kadar bu role uygun olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Başarılı seçimlerinden dolayı yapımcıları tebrik ederiz...

Gelelim filmin kimin yönettiğine. "Vantage Point" filmiyle farklı bir aksiyona imza atan ve bizde vizyona girmeyen "Endgame" ile bu alanda en azından seyer değer işler koyan Peter Travis yönetiminde çekiliyor film.

Asıl heyecan uyandıran isim bana göre filmin senaryosunu kaleme alan Alex Garland. Senaristin kaleminden çıkan filmlere bakmak bu film için umutlanmamızı sağlayabilir. "The Beach", "28 Days Later", "Sunshine"gibi ortalamanın üstünde işlere atan Garland bana göre özel efektlerden sonra bu filmin en büyük kozudur...

Çekimleri 12 Kasım'da Cape Town'da başlayan filmi 2012'nin yaz aylarında izleyebileceğiz. O vakte kadar ilk versiyonu bir kaç kez izleriz artık...

5 MADDE: HARRY POTTER VE ÖLÜM YADİGARLARI



* Serinin son üç bölümünü yöneten David Yates, ortalama bir filme imza atarak performansından pek bir şey kaybetmediğini cümle aleme göstermiş...

* Harry, Hermione ve Ron arasında yaşanan büyüklere özgü çarpışmalar küçük izleyiciler için rehber niteliğinde...

* Daniel Redcliffe'i uzun bir aradan sonra yarı çıplak olarak görmek kimilerine keyif verebilir...

* İngiltere'de yapılan dünya prömiyerinde kitabın yazarı J.K. Rowling, sanki 10 yıldır aynı şeyleri söylemiyormuş gibi, iddialı bir laf ederek izlediği en iyi bölüm olduğunu belirtmiş..

* Yaklaşık 2,5 saat sürmesi bazı anlarda filmden kopmanıza neden olabilir...


Not: Newsweek Türkiye dergisinin 107.sayısında yayınlanmıştır...

19 Kasım 2010 Cuma

Edgar Allen Poe suretinde John Cusack


Efsanevi şair-yazar Edgar Allen Poe'un bilinen en çok takdir edilen şiirlerinden biri olan The Raven, kurgusal bir yorumla sinemalarda...

Poe'yu, "High Fidelty"den hatırlayıp sevdiğimiz güzel oyuncu John Cusack canlandırıyor. Setten gelen ilk kareye baktığımzda olmuşluk hissini fazlasıyla alıyoruz.

Filmin yönetmenliğini ise, V for Vendetta ile müthiş bir çıkış yakalayan ama sonrasını saçmalayarak geçiren John Mc Teigue. Dileriz ilk filminde gösterdiği performansı burada gösterir ve eli yüzü düzgün bir Poe filmi izletirir bizlere...

Filmin gösterim tarihi 2011...

COEN BİRADERLER'DEN TRUE GRIT


2011 yılı sinemada western yılı olacak gibi. Zira birbiri ardına western soslu filmler çekiliyor ve ufak ufak görücüye çıkıyor. Çekimleri biten ve gösterim sıralarını bekleyen Cowboys&Aliens ve The Warrior's Way tam manasıyla birer western filmi değil. Bu açığı kapatacak bir film ise Coen biraderlerden geliyor...

Film aslında yeniden çevrim. Yani remake. Pek tat vermeyen bu yeniden çevrim kervanına katılan biraderlere güvenimiz sonsuz. Henry Hathaway yönetiminde ki 1969 tarihli filmin kadrosunda yer alan John Wayne, burada ki oyunculuğuyla göz kamaştırmış ve Oscar heykelciğini eline almıştı.

Biraderlerin kadrosunda yer alan isimler ise ; Matt Damon, Jeff Bridges, Josh Brolin. Filmin yayınlanan fragmanından hareketle şunu söyleyebilirim ki, Coen'lerin sabık görüntü yönetmeni Roger Deakins yine yeniden muhteşem bir işçilik koymuş ortaya...

Filmin gösterim tarihi 22 Aralık... Bu haliyle Akademi törenlerinde fazlaca adını duyacağız gibi.

Kırmızı Başlıklı Kız-Kaçın Twilight'ın yönetmeninden...


Bir kaç gün önce fragmanı ve afişiyle arz-ı endam eden Red Riding Hood-Kırmızı Başlıklı Kız, şu cümlesiyle fazlasıyla yaralıyıcı ve hatta öldürücü. Twilight'ın yönetmeninden...

Hayır sanki eleman çok büyük bir iş yapmış (asılnda bilinirlik ve görünürlük anlamında büyük evet) gibi yazdırmış oraya ismini. Adama sormazlar mı o neydi ki bu ne olsun. Benim ki biraz niyet okumacılığı veya öngürüde denebilir. Neticede fragman ve isimden yola çıkarak konuşuyoruz. Ama bizde de buna uygun bir sözümüz vardır. Görünen köy kılavuz istemez.

Twilight'la ortamlara metroseksüel vampir ve kurt adamları salan bu zat -ismi, Catherine Hardwicke- çok bilinen ve sevilen masalı ne hale getirdi şimdi kimbilir. Uamarım film vizyona girdiğinde bu çok sevdiğim hikaye için öngürdüğüm korku ve endişeyi ve bu sözleri bana yedirir. Neticede görünen Twilight kodlarıyla bezeli Kırmızı Başlıklı Kız hadisesi...

Filmin oyuncu kadrosuna baktığımızda gördüğümüz bir isim az da olsa rahatlatmıyor değil ama tek başına yeterli değil. O isim Gary Oldman. Bu proje ve yönetmene evet dediyse vardır bir bildiği ustanın. Umarım parası bitmemiştir ve evet demek zorunda kalmamıştır... Diğer oyuncular ise Amanda Seyfried, Lukas Haas ve Virginia Madsen...

Filmin gösterim tarihi 11 Mart 2011...

ABARTILMIŞ FİLMLER...


Yeni online basketbol dergisi Slam Dunk'ın ikinci sayısı hazırlıkları sırasında şöyle bir tartışma alevlendi. Bu yılın en çok konuşulan ve tarihsel olarak gişelerde en çok kazanan filmi Avatar, haddinden fazla beğenildi!. Basketbol konuşurken birden bu tartışmanın içerisinde olmak saçma ama keyifliydi. Tek sorun toplantı süresenin uzamasıydı...

Teknik işçiliği tartışılamaz derecede mükemmel olan Avatar’ın bu denli abartılmasının sebeplerini ortaya koymakta güçlük çekenlerin sığındığı tek liman elbetteki yumuşak karın olan senaryoydu. Neticede sinema tek başına teknikten ibaret değil, ana ve yan sanayileriyle birlikte üretilen ve sunulan bir ürün (sanatseverler ürün lafına takılabilirler, takılmayın). Tamam, kabul Avatar içerik bazlı olarak bilinenlerin üstüne çok fazla tuğla ekleyen bir yapıda değildi. Zira filmin böyle bir iddiası da yoktu. Avatar milattır veya değildir. Avatar abartılmışdır veya hak ettiği yerdedir. Ne denirse densin, neticede mükemmel bir filmdir ve yıllar sonra da yine aynı keyifle izlenecektir...

Avatar tartışmasının ardından akla düşen overrated yani fazla abartılmış, değeri olduğundan fazla gösterilmiş filmleri incelemek istedim. İnanın bana, öyle filmler var ki listelerde şaşmamak –hadi canım! dememek- elde değil. Neticede subjektif bir sanat olan sinemanın kişiden kişiye yarattığı etki bıraktığı iz her zaman aynı olmuyor. Son yıllarda haddiden fazla değere binmiş filmlere birlikte bir göz atalım. Çok film var overrated olduğu iddia edilen, içlerinden kendimce bir eleme yaptım kendi beşlik listemi (asil ve yedek olmak üzere) hazırladım. Afiyet olsun. Yerseniz!...

05
TRAINING DAY
Denzel Washington’a En İyi Erkek Oyuncu Oscar’nı kazandıran bir performansı içinde barındırmasına rağmen listeme beşinci sıradan girmeyi başardı. Tebrik ederim. Akademi’nin kötü adamları iyi oynayan oyunculara karşı hürmet ettiği bilinen bir gerçek. Kabul, performans başarılı, ama filmin bütünü? Fazlasıyla alışıldık hikayesinde ki tek artı kahramanın “kirli” bir polis olması. Anti kahraman modu son yılların geçer akçesi. Abartının ulaştığı nokta ise filmin neo noir’in başlangıcı olduğu. Hadi canım!! Eee Matrix vardı, onu ne yapacağız?

04
CHICAGO
2002 yılında abartının zirvesini yaşayan bir yapım. Karşısında “Gangs of New York”, “The Pianist”, “The Hours ve “Lord of the Rings:Two Towers” gibi filmler varken bu filme En İyi Film Oscar’ını vermek kimin fikriydi kuzum? Bir kaç eğlenceli müzikal numarası dışında pek bir numarası olmayan sıkıcı bir film benim için. Tahmin edilebilir hikayesinden söz etmeye gerek bile yok...

03
SHAKESPEARE IN LOVE
Chicago fiminden tam dört sene önce abartıldı bu film. Mevzu aynı. Akademi’nin İngiliz’lere kıyağı da denebilir. Ödüllerde geride bıraktığı iki filme bakalım; “Saving Private Ryan” ve “The Thin Red Line”. Aslında bu iki film herşeyi açıklıyor. Akademi burada fena halde politik bir tavır koyarak sabun köpüğü bir filme ödülü yapıştırdı. Saving Private Ryan’e gidecek ödül Akademi’yi savaş yanlısı gösterebilirdi, Thin Red Line’a gidecek bir ödül ise Akademi’nin karşısına Yahudi cemaatini çıkaracaktı. Ne etliye ne sütlüye diyip karar alınmış. Bu filmin aday olduğu sene sinemalarda gösterilen, “American History X”, “The Big Lebowski” ve “Dark City” sonraki yıllarda birer efsane olarak anılırken, Shakespeare in Love’dan pek fazla kimse söz etmiyor... Abartının da bir sonu var demek ki...

02
AMERICAN BEAUTY
Neresinden bakarsınız bakın sevimsiz bir film. Abartılı duygusallığı ise tam bir felaket. Kuşkusuz filmin en büyük artısı usta aktör Kevin Spacey’in eşsiz oyunculuğu. Filmin başından itibaren bizlere tam bir sapık olarak gösterilen kahramanın filmin sonunda aklanmasını ne yapacağız. Klasik bir Hollywood sonu işte. İyi bitsin herkes mutlu gitsin evine. En sertinden bir toplum eleştirisi nidalarıyla ve alkış sesleriyle göklere çıkarılan bu filmin yerine sizlere tavsiyem Fight Club’ı bir kez daha izleyin demek olur...

01
TITANIC
İşte tam bir guilty plaesures (suçlu zevkler) örneği. James Cameron güzellemesi. Bir milyar doların üstündeki hasılatıyla tüm zamanlar rekorunu elinde tuttu. Ta ki yönetmeni yeni bir film çekene dek. Kabul edelim hepimiz bu filmi çok uzun süresine rağmen başından sonuna bir kaç kez izledik. Ama bu onu yeterince iyi bir film yapmaya yetmiyor. Sadece iyi bir seyirlik o kadar. Hele ki 11 Oscar ödülünü ise hiç haketmiyor. Film klasik olarak bir James Cameron hastalığından müzdarip. Hikaye ve bu hikayeye yeterince iyi hizmet edemeyen karton karakterler. Keşke yönetmeni, filmi çekerken gösterdiği kusursuz teknik işçiliği ve detaycılığı (Sadece 1 sn falan gözüken porselen tabakların 1912’de üreten şirketin uzantısı tarafından aynı kalitede tekrar üretildi!) oyuncular üzerinde de gösterebilseymiş. İşte o zaman tadından yenmezmiş.

YEDEK KULÜBESİ

05
CRASH
KISACA: Bir benzetmek yapmak gerekirse (madem abartı listesi yapıyoruz abartalım dimi ama) filmin kör gözün parmağına mesajları havada uçuşuyor ve bu haliyle fena halde Mahsun Kırmızıgül yapımlarını anımsatıyor. O derece hani...

04
PARANORMAL ACTIVITY
KISACA: Bu kadar konuşuluyor ve övgülere boğulması entrasan (Ömer Üründül kaçtı içime evet). Pazarlama harikası sadece. Başka bir şey değil.

03
300
KISACA: Tam bir balon.Yine tekniğin zirvelerde gezindiği, senaryonun ise Amerikan çıkarlarına alet edildiği olmamış ama çok ses getirmiş bir yapım...

02
NO COUNTRY FOR OLD MEN
KISACA: En iyi film ödülünü cebe attı ama ne yazık ki fazlasıyla uyarlandığı kitap tadında. Yani kitap mı olmak istemiş film mi belli değil...

01
LOST IN TRANSLATION
KISACA: Bill Murray’ın enfes oyunculuğuna rağmen fazlasıyla sıkıcı bir film. Yönetmenin Coppola soy isminden nemalandığını söylemek pek ayıp olmaz. Kıstas olmaz ama. netekim son filmi Somewhere yerlerde sürüyor...

12 Kasım 2010 Cuma

TRON:LEGACY KARAKTER AFİŞLERİ...




İlki 1982 yılında çekilen ve aradan geçen tam 28 yıl sonra 3D olarak ikincisinin hazırlıklarına başlanan "Tron:Legacy" son sürat tamamlanma aşamasında. Yakın zamanda bir kaç ön tanıtım ve fragmanı internet ortamlarına düşen filmin karakter afişleri huzurlarınızda...

Filmin yönetmen koltuğunda oturan isim Joseph Kosinski. Henüz ilk filmini çeken yönetmenin performansını doğrusu merak ediyorum. Neticede üstlendiği iş, bir dönemin kült filmine yeni bir form kazandırmak. Allah utandırmasın diyelim ve oyuncu kadrosuna göz atalım. İlk filmden Jeff Brigdes 28 yıl sonra aynı rolle kamera önünde. Kendisine eşlik eden isimler ise; Michael Sheen, Olivia Wilde ve Garret Hedlund. Filmin müzikleri ise elektronik müziğin robotik sesler çıkaran Fransız ikilisi Daft Punk'ın elinden çıkma. Böylesine bir filme zaten başka bir grup bulunamazdı. İsabetli bir seçim.

Filmin Türkiye gösterim tarihi şimdilik 28 Ocak olarak görülüyor. Merak ve heyecanla bekliyoruz...

EN TAZESİNDEN YENİ SEZON AFİŞLERİ


















Yeni sezon ve yeni yılla birlikte vizyon turuna çıkacak yerli ve yabancı filmlerin tanıtım çalışmaları tam gaz sürüyor. Yakaladığımızı afişe ettik...

Efsane yapımcının ardından...


Dino De Laurentiis...

Bu ismi sinemayla yüzeysel olarak ilişkide olanların büyük bir kısmı bilmez tanımaz etmez belkide. Oysa ki bazen severek bazen nefret ederek izlediğimiz irili ufaklı filmlerin unutulmaz yapımcısıdır kendisi...

1941 yılında İtalya'da başladığı yapımcılık serüveninde bir çok önemli filme imzasını atar Laurentiis. "La Strada", "Le Notti di Cabiria", "Barberella", "Lo Straniero" gibi yapımlar ilk elden akla gelenlendir.

Takvimler 1970'lere ulaştığında Dino De Laurentiis yeni bir film stüdyosu kurmak amacıyla fırsatlar ülkesine doğru yelken açar. Meşakkatli bir dönemden sonra DEG (De Laurentiis Entertainment Group) ismiyle yapım şirketini kurar ve başına geçer.

Sidney Lumet yönetmenliğinde bir Al Pacino klasiği olan "Serpico" onun yapımcılığında 1973 yılında çekilir. İki yıl sonrasında unutulmaz bir filme daha hayat verir ve rüştünü ispat eder. Three Days of the Condor. Sydney Pollack'ın kamera arkasında olduğu film dönemi itibariyle çok ses getirir ve yıllar sonra bile etkisini korumaktadır.

Yedinci sanatın hemen her türünde filmlere yapımcılık yapan Laurentiis, Conan the Barbarian (John Millius-1982), Dune (David Lynch-1984), Blue Velvet (David Lynch-1986), Manhunter (Michael Mann-1986) gibi filmleri kartvizitine işler.

1919 yılında Napoli'de yaşama gözlerini açan yapımcı, geçtiğimiz akşam aramızdan ayrıldı. 91 yıllık ömrüne sığdırdığı 150 film ise onun ölümsüz eserleri olarak her zaman hatırlanacak.

NOT: Dino De Laurentiis hakkında geniş bilgi ve filmgrofisi için http://www.imdb.com/name/nm0209569/...

9 Kasım 2010 Salı

Anneme PES* oynadığımı söylemeyin...


... O beni profesyonel futbolcu sanıyor!

80'li yılların ikinci yarısından sonra ülkede hızla yayılan atari salonlarına uğramayan çocuk yoktur herhalde. Buna ben de dahildim. Okuldan kalan zamanı öldürmenin en iyi yolu buydu. Uzayın sonsuz boşluğunda yıldız savaşlarına katılmak veya turnuvalarda tekme tokat birilerine girişmek tüm dış dünyadan izole olmamı sağlıyordu. Ta ki bu çok sevdiğim izole hayatın içine giren bir gerçeklik kapımı çalana dek.

Akranlarla toplanmış babalardan alınan harçlıkları jetonlara yatırmışız. Mahallenin bıçkın, yaşça büyük ve "sorunlu" ağabeyleri de orada. Oynadığımız oyunlarda dünyaları değiştiren biz küçükler, bu ağabeylerin bize gösterdiği keskin aletin bir sonucu olarak tüm jetonlarımıza el konmasının ne demek olduğunu anlamıştık. Bu travmatik durumun bendeki etkisi uzun yıllar oyun dünyasından uzaklaşmama neden olmuştu. Geri döndüğümde çok şeyi geride bırakmış ve kaçırmıştım. Efsanevi Commodore ve Amiga sonrasında ise teknoloji harikası PlayStation tam olarak hayatıma giremedi mesela.

Bütün bunları anımsamama neden olan geçen ay Rodeo Yayınevi'nden çıkan kapsamlı ve keyifli bir kitap: "Oyuncunun Günlüğü." Yazarı, FHM Türkiye editörlerinden Berk İybar. Yazar, bilgisayar oyunlarındaki uzmanlığını, bilgisini ve asıl önemlisi "oyuncu" kimliğini olabildiğince detaylı, üstünde düşünülebilir ve tartışılabilir bir eser olarak ortaya koymuş.

Kitap, oyun ve oyuncu dünyasına ait birtakım soru ve sorunlara dair tespitlerle dolu. Ne diye oyun oynarız ki? Saatlerce ekran karşısında kalmanın hayatımızda ne gibi bir anlamı var? Bağımlılık nerede başlar nerede biter? Gerçek dünyada kaybedenlerin sığınma yeri midir bu oyunlar? Elde etmeye doyamadığımız skorların ne gibi bir yansıması olur "asıl" dünyamıza...

Birçokları için nedensiz vakit geçirmenin en keyiflisi olarak görünen bu dünyaya ait sorulara verilen cevapları okudukça, sanal oyunlara saplantılı şekilde bağlı olma halini daha iyi anlayabiliyorsunuz. Ve meselenin sadece bir oyundan ibaret olmadığını da görebiliyorsunuz. Gerçekle oyun arasında kurulan bağlantılar işin sosu niteliğinde. Öyle ki savaş oyunlarına yapılan göndermeler aslında başlıbaşına her şeyi anlatıyor gibi: Savaş hiç bitmez, sadece şekil değiştirir. Oyun dünyasının bu mesajı, yalnız kurmacalar aleminde değil fizik dünyada da geçerli.

Oyunlardaki mekân kurulumlarını, içimizde saklı kaplanları özgürce salabileceğimiz birer vahşi yaşam sahası olarak gören yazar, ardından şu cümleyi kafamıza sokuyor: "Gerçek hayat ise hayvanat bahçesindeki kilitli kafeslerimiz."

Kitabı özel kılan bir başka unsur ise Cem Mumcu, Mevlüt Dinç ve Erkan Bayol gibi oyun dünyasının yeterince içinde olanlarla yapılan röportaj ve analizler. Kitaba getirilebilecek tek eleştiri ise bu denli kapsamlı ve analize dayalı bir eserin basit bir çizgi roman havasında verilmesi. Bu sunumun bu değerli çalışmanın geri planda kalmasına neden olacağını düşünüyorum. Yine de bilgisayar oyunları kültürüne yönelik eli yüzü düzgün ve en önemlisi öncü bir çalışma olarak dikkat çeken kitabı es geçmemek gerek.

*PES: Pro Evolutıon Soccer: Dünyaca ünlü futbol oyunu.

not: Newsweek Türkiye dergisinin 107.sayısında yayınlanmıştır...

2 Kasım 2010 Salı

KASIM AYI İZLEME REHBERİ


Komediden aksiyona, gerilimden drama 12 film Kasım ayında görücüye çıkıyor. Ön tanıtımlar ve gelen ilk bilgiler ışığı altında kendimizce filmlere peşin peşin hüküm verdik. İyi olan kazansın diyerek izleme rehberini takdim ederiz...

PAK PANTER (5 Kasım)
Yön: Murat Aslan
Oyn: Ufuk Özkan, Doğa Rutkay, Sümer Tilmaç

MEVZU: James Bond ve Pembe Panter filmlerinin karışımı modunda. Dış dünyada artık miadını doldurmuş ajan komedilerinin bizdeki versiyonları genelde başarısız birer kopya olmaktan öteye gidemedi.

HÜKÜM: Filmin türe ve memleket sinemasına katkısı muamma. Ama absürt komedi seven bir ülkeyiz. Gişelerden pek mutsuz ayrılmayacak.

NEW YORK’TA BEŞ MİNARE (5 Kasım)
Yön: Mahsun Kırmızıgül
Oyn: Haluk Bilginer, Mustafa Sandal, Danny Glover, Robert Patrick, Gina Gershon

MEVZU: Sezonun en çok merak edilen filmi nihayet görücüye çıkıyor. Yapımı boyunca birçok tartışmayı da arkasına alan film, hikâyesiyle gündemi fena halde meşgul edecek. Kırmızı bültenle aranan radikal dinci bir örgütün lideri Deccal lakaplı Hoca Efendi Amerika’da tutuklanır. İstanbul’dan onu teslim almaya giden iki bıçkın polisi yeni dünyada çok farklı manzaralar beklemektedir. Mahsun Kırmızıgül’ün sineması tartışmaya açıktır. Beğenirsiniz veya beğenmezsiniz. Ancak artık şu bir gerçek. Kırmızıgül teknik ve yönetim anlamında ülke sinemasının bir adım önünde ve en azından bunun için bile ilgiyi hak ediyor. Övgüler daha sonra.

HÜKÜM: Hollywood kodlarıyla bezeli filmin 300 kopya ile gişelerde uzun süre hakimiyet süreceğini söylemek kehanet sayılmaz.

ÖLÜM ZİNCİRİ (12 Kasım)
Yön: Deon Taylor
Oyn: Nikki Reed, Keith David, Brad Dourif

MEVZU: Teen Slasher filmlerine farklı bir soluk getiren “Son Durak”ın izinden ve özünden gidiyor. Bir grup okul arkadaşı aynı zaman dilimi içinde bir mektup alırlar. Mektupta “zinciri bozarsanız ölürsünüz” yazıyordur.

HÜKÜM: Ölüm bizi kovalıyor teması eskimedi mi? Bu filmi izlemek yerine değerli vakti keyif verici bir aktiviteyle doldurun.

YUKARIDAKİ TEHLİKE (12 Kasım)

Yön: Colin Strause, Greg Strause
Oyn: Eric Balfour, Scottie Thompson, David Zayas

MEVZU: Işık seni çağırıyor. Beyaz değil ama. Mavi. Uzaydan gelen tehlikenin boyutları fazlasıyla büyük. Uzaylı istilası, mavi bir ışıkla yüzlerce binlerce insanı içine çeken dev gemiler ve hayatta kalma mücadelesi.

HÜKÜM: Tanıdık geldi niyeyse. Çok mu izledik acaba böyle filmleri? Farkının gelişmiş görsel efektleri olacağı konusunda herhangi bir şüpheniz olmasın. Mantığınızı bilet gişelerine bırakmadan içeri girmeyin.

TESTERE 3D (12 Kasım)
Yön: Kevin Greutert
Oyn: Tobin Bell, Cary Elwes, Costas Mandylor

MEVZU: Jigsaw tuzak kurmaya, izleyenler ona tapınmaya doymadı. Üç boyut rüzgarından hareketle pastadan son bir dilim alma hevesindeki yapımcılara selam olsun. Yedi film boyunca kişisel olarak en beğendiğim kısmı yaratıcı afiş çalışmaları. Kalan kısmı gerici ve sıkıcı bir etkinlik olarak hafızalarda yer etti.

HÜKÜM: Üç boyutlu filmlerin kabak tadı verdiği şu zamanda farklı bir etki bırakmayacak. Yani, olmamışlık hissi fazlasıyla hissediliyor.

HARRY POTTER ve ÖLÜM YADİGARLARI (17 Kasım)
Yön: David Yates
Oyn: Daniel Radcliffe, Rupert Grint, Emma Watson, Helana Bonham Carter

MEVZU: Tüm dünyada aynı anda gösterime gireceğinden, klasik olarak Cuma değil Çarşamba günü gong sesini duyacağız. Yedinci ve son kitaptan hareketle çekilen film iki bölüm olarak seyirci karşısında olacak. İlk bölümde, kahramanlarımız Voldemort’un ölümsüzlük sırrının peşinden koşuyorlar ve yine olmadık büyülerle kötülüklerle baş başa kalıyorlar. Yapımın ikinci bölümünü merak ediyorsanız eğer 15 Temmuz 2011’i beklemek zorundasınız.

HÜKÜM: Seriyi baştan beri takip edenler kaçırmasın.

BIUTIFUL (19 Kasım)
Yön: Alejandro Gonzalez Inarritu
Oyn: Javier Bardem, Blanca Portillo, Martina Garcia

MEVZU: Geçimini sağlamak için yasadışı işler peşinde koşan sorunlu ama bir o kadar da sadık ve duyarlı bir babanın karmaşık öyküsü. Inarritu filmleri alt metin zengini yapımlardır. Bu yönüyle bizi karmaşık ve çözmesi çok zevkli bir film bekliyor.

HÜKÜM: Ayın “Ben Oscar’lık filmiyim” diyen yapımı. Kesinlikle sinemada izlenmeyi hak ediyor.

PRENSESİN UYKUSU (19 Kasım)
Yön: Çağan Irmak
Oyn: Çağlar Çorumlu, Sevinç Erbulak, Genco Erkal

MEVZU: Çağan Irmak sineması çeşitlilik konusunda tam gaz devam ediyor. Prensesin Uykusu, sıradan görünüp aslında hiç de sıradan hayatlar yaşamayan bir grup insanın etrafında şekilleniyor. Filmin ana sorusu şu “Kader değiştirilebilir mi?”

HÜKÜM: Çok şey vaat etmese bile en azından kamerasını ve hikâyesini farklı kurgulayabilen Irmak’ın sinemasına olan güvenle izleyebilirsiniz.

GİT BAŞIMDAN (26 Kasım)
Yön: Todd Phillips
Oyn: Robert Downey Jr., Zach Galifianakis, Michelle Monaghan, Jamie Foxx

MEVZU: Geçtiğimiz yılın en başarılı komedilerinden biri olan The Hangover’a imza atan yönetmen Phillips’in yeni filmi çok vaatkar. Beş gün içinde doğum yapacak karısına ulaşabilmek için sakin bir güne başlayan Ethan (Robert Downey Jr.) bu sakinliğini bozacak biriyle tanışır ve kendini beş gün boyunca tüm ülkeyi kat edecek bir maceranın içinde bulur.

HÜKÜM: Eğlenceli bir kaç saat için gidilir.

BİRİ BENİ ISIRDI (26 Kasım)
Yön: Jason Friedberg, Aaron Seltzer
Oyn: Matt Lanter, Ken Jeong, Jenn Proske
MEVZU: Son dönemin popüler vampir filmlerinin komedi bir versiyonu. Film bir çeşit vampirler parodisi etrafında dönüyor. Sırtını gişede ve seyirci nezdinde başarılı olmuş filmlere dayayan absürd komedi filmlerinden pek haz etmedik şimdiye kadar.
HÜKÜM: Dışarıda yerin dibine batırılan filmi vakit kaybı olarak görmeyeceksiniz gidin izleyin. Kefil değiliz.

YİNE Mİ SEN? (26 Kasım)
Yön: Andy Fickman
Oyn: Kristen Bell, Jamie Lee Curtis, Sigourney Weaver

MEVZU: Lise yıllarındaki hasmınızla yıllar sonra bir düğünde hem de dünür olarak karşılaşırsanız neler hisseder ve ne gibi hain planlar içinde olursunuz. Konusu pek orijinal olmasa da oyuncuları itibariyle ortaya iyi bir komedi çıkacağını söylemek zor değil.

HÜKÜM: Aralık ayına iyi bir giriş yapmak isterseniz ideal bir seçim olarak izleme listenizde bulunmalı.


NOT: BU YAZININ EDİTLENMİŞ HALİ NEWSWEEK TÜRKİYE DERGİSİNİN 106.SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR...

THE WARRIOR'S WAY KARAKTER AFİŞLERİ!...





Kadrosunda Kate Bosworth, Geoffry Rush ve Danny Huston gibi oyuncuları barından "The Warrior's Way"in tanıtım çalışmaları tam gaz devam ediyor. Geçtiğimiz günlerde yayınlanan ilk fragmandan (http://www.imdb.com/video/imdb/vi63113497/) sonra şimdi de sıra filmin karakterlerini anlatan afişlerde. Fragman'dan afişlerden anladığımız kadarıyla film her şey olma iddiasında. Mad Max havasını soluyup,vahşi batıda at koşturduktan sonra mistik müzikler eşliğinde estetik dövüşler ve bilim kurgunun kıyıları... Derler ya hepsi bir potada eritilmiş... Nasıl erittiklerini şimdiden söylemek zor. Vizyona girdiğinde tekrar konuşuruz bunu. İlk uzun metrajının çekecek olan ve isminden bi haber olduğum Sngmoo Lee'nin senaristliğini ve yönetmenliğini yaptığı bu çok şey film 3 Aralık 2010'da dünya sinemalarında gösterime çıkacak. Bizde ne zaman gösterime çıkacağına dair henüz elimizde bir veri yok.

TENTEN'DEN İLK KARELER!!!



The Adventures of Tintin: Secret of the Unicorn ismiyle Steven Spielberg ve Peter Jackson ortaklığıyla çekilen animasyondan ilk kareler ünlü İngiliz sinema dergisi Empire tarafından yayınlandı. CGI ve 3D destekli bu animasyonun arkasındaki isimlere bakarak pek şahane bir iş çıkacağını düşünebiliriz. Ama ne varki ben de dahil olmak üzere TENTEN fanları animasyondan ziyade kanlı canlı bir uyarlama görmeyi düşledi ve bekledi. Sağlık olsun derken önümüzdeki maçlara bakacağımızı belirtmeden edemiyoruz.