24 Mart 2009 Salı

2008'İN EN İYİ 10 FİLM AFİŞİ (BANA GÖRE!:)


1 - THE DARK KNIGHT
Filmin kendisi bile muhteşemdi. Ayrıca teaser ve devamındaki poster bütünlüğü ise gerçek anlamda takdiri hak ediyor.

2- THE WRESTLER
Rourke'u sahalara döndüren filmin afişi bunu destekler nitelikte idi.

3- BURN AFTER READING
Coen biraderlerin bu komik filminin afişi üç numarayı hak eden bir çalışma. 

4- CLOVERFIELD
Lost'un yaratıcı ekibinden yaratıcı bir film ve filmin afişi. İçerikle olan hissiyat bütünlüğü can alıcı. 

5- THE EYE
Kabus olabilecek kadar güzel!!

6- SAW 5
Bayan serinin tek artısı afişindeki çekicilik...

7- CHOKE
Fight Club'un yazarı Chuck Palahniuk'in aynı isimli kitabından uyarlanan film o kadar başarısız ve keyifsiz bir uyarlama olmuştu ki afişi bile bunu unutturamaz. Ama afiş çok güzel yapacak bir şey yok. Listemizde.:)

8- X-FILES 2: I WANT TO BELIVE
Bir başarısız devam filmi daha. Afişin verdiği etkiyi verebilseydi daha farklı olurdu her şey:)

9- TAXI TO THE DARK SIDE
Alex Gibney'in bu belgesel filmi, Afganistan, Ebu Garib ve Guantanomo üçgeninde yaşananlara kamerasını tutarken, filmin afişi bu filmi görmen gerek diyordu.

10- INDIANA JONES AND THE KINGDOM OF THE CRYSTAL SKULL
Listenin son sırasında ünlü serinin son filmi bulunuyor ve bu film ilk üçü mumla aratacak kadar bir başarısızlık örneği. Ama gel gör ki klasik olmuş afişiyle hala listelere girebiliyor. 

ROBOCOP&ARONOFSKY


Evet başlıkta okuduğunuz gibi:)

Maymun iştahlı ve yeni fikirler çıkmazında olan Hollywood sonunda Robocop' a da el attı. Remake sırası şimdi bu 80'li ve 90'lı yılların kült serisinde. 

İlki 1987 yılında Hollanda'lı yönetmen Paul Verhoven (ünlü yönetmenin Hollywood'da çektiği ilk filmdir) tarafından çekilen Robocop'ta, polis memuru Murphy'in ortağıyla rutin olarak attığı devriye sırasında girdiği bir çatışmada ölümcül yaralar alıp, sonrasında yarı insan yarı makine tadında suçlularla mücadelesi anlatılıyordu. Gişede önemli ölçüde başarı kazanan yapıtın devam bölümleri gelmekte gecikmez ama ilki kadar ilgi görmezler. 

Anlaşılan o ki uyanık yapımcılar yerlerde sürünen Batman'i adam akıllı bir yöne çeviren Nolan'ın etkisinde kalmışlar ve  bu remake projesini Darren Aronosfky'e teslim etmekte de bir sakınca görmemişler. 

Şimdilik projede Aronofsky dışında senarist David Self bulunuyor. Self'in senaryosunu yazdığı yapımlar arasında, politik gerilim '13th Day', Sam Mendes yönetiminde çekilen 'Road To Perdition' ve son olarak henüz vizyona girmeyen Benicio Del Toro'nun başrolünde olduğu 'The Wolf Man' bulunuyor.

Yakın bir zamana kadar oyuncu seçimlerinin yapılacağı gelen haberler arasında. (Ne olur Nicolas Cage oynamasın!!!) 

23 Mart 2009 Pazartesi

YENİDEN KEŞFET: THE ABYSS


Son bir kaç gündür sinema eleştirmeni Burak Göral'ın 'Neden Bazı Filmler Daha İyi' isimli kitabını okuyorum. Seçkisiyle ve  anlatımıyla ilgiyi ve arşivlik olmayı hak eden bir çalışma.  Yazarın beğenileri doğrultusunda anlatılan 16 film içinden, James Cameron imzalı 'Aliens' ı okurken, Cameron'un bir diğer başyapıtı 'Abyss' çok zamandır izlemediğimi fark ettim. Doğrusu bu filmi pek fazla da anımsamıyordum ismi dışında.  Yeniden keşfetmenin verdiği heyecanla tekrar izlediğimde gördüğüm şey, bu filmin gerçekten zamanının çok ötesinde bir film olduğu idi.

1989 yılı yapımı The Abyss'in yönetmeni James Cameron'un deniz ve derinlik tutkusunu bilmeyen yoktur. Bu yapıtında Cameron, kamerasını çok daha derinlere daldırıyor ve ordan eşşiz manzaralar sunuyordu bizlere.  

Filme girmeden önce bizi Nietzsche'nin sözleri karşılıyordu. 'Derin bir kuyunun içine bakarsanız o da sizin içinize bakar'. Adeta film bu söz üzerine yazılmış, çizilmiş ve şekillemiş ardından servis edilmiş gibi. Ayrıca filmin politik yönünü daha ilk baştan anlatan bilinç düzeyi yüksek bir seçim olmuş. Aslında bu söz, filmin sinemalarda gösterilen versiyonunda bulunmuyordu. Politik yönünün yaratacağı ağır etkiden çekinen yapımcı şirketin dayatmasıyla sansüre uğramıştı. Yıllar sonra Jim Cameron, filmi yeniden kurgulayarak daha anlaşılır ve sağlam bir finalle noktalanan işe imzasını atmıstı. 

Filmin konusu kısaca, Amerikan Deniz Kuvvetlerine ait bir nükleer denizaltı bilinmeyen bir nedenden dolayı okyanusun ortasında kırıma uğramıstır. İçinde barındırdığı güç ise Hiroşima'ya atılan bombanın 50 misli hasara neden olabilecek bir güce sahiptir ve bir an önce Rusların eline geçmeden güvenli bir şekilde dipten çıkarılmalıdır. Denizaltının battığı yere yakın bir alanda petrol arama işleri yapan bir şirketten yardım istenir. Şirkete ait son teknoloji ürünü dalış araçları ve bunları kullanan deneyimli personel ve bu personele eşlik edecek olan dört denizci askerle operasyon başlar. Sonrası enfes su altı görüntüleri. Nitelikli bir senaryo. Kayda değer oyunculuklar ve muthiş bir teknik başarı. 

Filmin çekimleri, NASA'nın astronotlarını eğittiği su tanklarında ve yapımcılarına ısrarla yaptırdığı nükleer santralden bozma iki tankın içinde yapılmış. Titizliği ve setteki mükemmelliyetçiliği ile bilinen Jim Cameron oyuncularına ve teknik ekibine uykusuz ve bol sulu zamanlar yaşattığı biliniyor.  Oyuncularının dublör kullanmasına karşı olan yönetmenden en çok herhalde başrol oyuncusu Ed Harris çekmiştir Bir röportajında filmle ilgili şunları söylemiş; 'Eğer çekimler biraz daha uzun sürseydi parmak aralarımızda perdeler sırtımızda solungaçlar oluşacaktı'.

Gerek teknik kapasite gerekse hikayesinin güzelliği ile 20. yılına hazırlanan bu zamanın ötesindeki filmi tekrar izlemek keyifli ve heyecanlı bir deneyim oldu benim için. 

Not: Filmi ilk kez veya yeniden izlemek isteyenler resimde görülen özel versiyonu tercih etsin. Tadı çok başka çünkü. 

22 Mart 2009 Pazar

ODAK NOKTASI- MARISA TOMEI


Geçtiğimiz Cuma ülkemiz sinemalarında vizyona giren ‘The Wrestler’da Mickey Rourke ile birlikte başarılı bir performans sergileyen Marisa Tomei, ‘Odak Noktası’ isimli köşemizin ilk konuğu.

İngilizce öğretmeni bir anne (Patricia) ve avukat bir babanın (Gary) kızları olarak 4 Aralık 1964 Brooklyn’de doğdu. Küçükken sahip olduğu ağır Brooklyn aksanından öğretmen annesinin gerekli yardımlarıyla kurtulan Tomei, 1982 yılında Edward Murrow Lisesi’ninden mezun oldu. Eğitimine Boston Üniversitesi’nde devam eden oyuncu, burada fazla kalmayarak bir yıl sonra soluğu New York Üniversitesi’nde alır.

1983-85 yılları arasında ABC’in gündüz kuşağında yer alan bir pembe dizideki (As the World Turns) performansı kendisine kapıları ardına kadar açar. Bu diziden hemen sonra ‘A Diffirent  World’ isimli sitkomda yer alan aktris, 1992 yılına kadar irili ufaklı bir çok tv projesinde yer alır.

1992 yılı onun için atağa geçme yılıydı ve nitekim öyle de oldu. Jonathan Lynn’in yönettiği ‘My Cousin Vinny’ de ki ‘Mona Lisa Vito’ rolüyle harikalar yaratırken, Akademi bu emeği es geçmeyip kendisine ‘En iyi Yardımcı Kadın’ Oscar’ını takdim etti. Aynı yıl Sir Richard Attenbrough’un ‘Chaplin’ filminde de başarılı bir oyunculuk sergiledi. Bir yıl sonrasında ise ‘Untamed Heart’ de ki garson kız olarak belleklere iyiden iyiye kazınan Tomei, peşi sıra çevirdiği filmlerle yerini sağlama aldı.

2001 yılına gelindiğinde, Todd Field yönetiminde, usta oyuncular Sissy Spacek ve Tom Wilkinson’la başrolleri paylaştığı ‘In The Bedroom’ filmiyle bir kez daha ‘En iyi Yardımcı Kadın’ Oscar’ına talip olur ama ödülü ‘A Beautiful Mind’ daki yorumuyla Jenniffer Connelly’e kaptırır. Törenden buruk ayrılan yıldızımız kendini Adam Sandler ve Jack Nicholson ile birlikte ‘Anger Management’in setinde bulur.

42 yaşında iken, efsane yönetmen Sidney Lumet’in ‘Before the Devil Knows You're Dead’ filminde, ilk kez güzelliğini cömertçe sergiler. Daha filmin açılısında Philip S. Hoffman ile yataktadır ve bu sevişme sahnesinde kendisinin  hemen her yerine vakıf oluruz.Bu sahne o kadar gerçekçi görünmektedir ki sonrasında Hoffmann, tamamen bir rol olduğunun altını çizmek durumunda kalmıştı. Ama kadın kısmı bu konuyla ilgili sessizliğini şimdiye kadar bozmuş değil.  

Son olarak Darren Aronofsky filmi ‘The Wrestler’ ile yine bizleri kendinden mahrum etmez ve loser bir striprizciye hayat verir. Bu rol ona kariyenin üçüncü Oscar adaylığını getirecektir ama ikinci kez eli boş dönecektir.

ARKA ODA BİLGİLERİ

Okuduğu liseden mezun olanlar arasında, aktör kardeşi Adam ve son filminde oyunculuk yaptığı ünlü yönetmen Darren Aronofsky’de bulunuyor.

Mısır Tanrı’sı Ra’nın gözlerinin olduğu bir dövmeye sahip.

İtalyan asıllı. Hem İtalya hem de Amerikan vatandaşı.

Tyra Banks ve Jeff Bridges aynı gün doğumlu. 

Kendisine sevgili olarak sırasıyla, 90’ların başında Robert Downey Jr., sonunda (1999) Dana Ashbrook, Frank Puglise ve tarihler 2009’u gösterirken 1976 doğumlu Logan Marshall Grenn’ı seçti. 

19 Mart 2009 Perşembe

Acı Kayıp


Geçtiğimiz günlerde Kanada' da yaptığı kayak sırasında geçirdiği kaza sonucu başından yaralanan ünlü oyuncu Natasha Richardson, tedavi gördüğü New York Lenox Hill Hospital'da yaşama veda etti. 

1963 doğumlu Richardson, ünlü yıldız Vanessa Redgrave'in kızı aktör Liam Neeson'un eşiydi. İlk sinema deneyimini henüz 4 yaşında iken yönetmenliğini babası Tony Richardson'ın yaptığı 'The Charge of the Light Brigade' ile yaşamıştı. 

Oynadığı önemli filmler arasında, eşi Neeson ile tanışmasına vesile olan 'Nell', 'The Handmaids Tale', 'Gothic', 'Blow Dry', 'Maid in Manhattan' ve 'Evaning' yer alıyor. Richardson son olarak geçtiğimiz yıl 'Wild Child' isimli Nick Moore dramasında rol almıştı. 

Richardson'ın hayata gözlerini yumduğu sırada yanında aktör eşi Neeson, annesi, oyuncu kardeşi Joel Richardson (Nip/Tuck) ve iki oğlu bulunuyordu. 

Vizyonda Bu Hafta Bunlar Var...

20 Mart Cuma günü sinemalara düşecek 6 film...


HUNGER
Steve McQueen'den sert bir film. Her bünyeye hitap etmiyor kesinlikle. Ama izlenmesi görülmesi gereken bir deneyim olarak vizyondaki yerini alıyor. Hapishanede insanlık dışı bir takım zor şartlara maruz bırakılmış Boby Sands'ın içinde oldukça zor anlar barındıran öyküsü keşfe değer.

GÖLGE
Bu haftanın yerli yapım kontentajını dolduran 'Gölge', Peyami Safa'nın 'Selma ve Gölge' isimli romanından uyarlandı. Filmin yönetmen koltuğundaki isim Mehmet Güreli.  Memet Ali Alobara, Görkem Yeltan ve Serkan Ercan'ın oynadığı film, gizemlerle bezeli bir kadını ve iki yakın arkadasın yavaş yavaş birbirine düşmesini ustalıklı bir kurgu ve yönetimle anlatıyor. 

RACE TO WITCH MOUNTAIN
Haftanın yetişkinlerden ziyade çocuklara hitap eden filmi. Başroldeki isim Dwayne Johnson. Taksi şöförü Bruno'nun müşteri olarak arabasına aldığı iki yeni yetmenin başına açtığı gizemli aksiyon dolu macerasını anlatan filmin yönetmeni Andy Fickman.

DUPLICITY
Julia Roberts ex CIA ajanı Claire Stenwick, Clive Owen ex MI6 ajanı Ray Koval rolünde. Gizli servislerdeki görevlerinden ayrılıp özel şirketlere hizmet vermeye başlayan ajanlarımız, çalıştıkları şirkete servet ve itibar kazandıracak bir ürünün förmülünü ele geçirmeye çalışmaktadırlar.  Bin tane  entrikanın döndüğü bu filmi 'Michael Clayton'dan anımsayacağınız Tony Gilroy yönetmiş. 
THE WRESTLER
Mickey Rourke'u tekrardan sahalara döndüren enfes bir film.  Bir zamanların eski şampiyon güreşcisi Randy'in açmazlarla dolu yaşam öyküsünde Rourke'a olgun güzellik Marisa Tomei eşlik ediyor. Rourke, dönüşünü müjdeleyen filmiyle 2009 Oscar'larında adaylık kazanmış ama ödülü Sean Penn' e kaptırmıştı. 'Requiem for a Dream' ile zirve yapan Darren Aronofsky filmi yöneten isim. 
Meraklısına not: Finalde çalan efsane Guns N'Roses parçası 'Sweet Child O'Mine' ı Mickey Rourke'un kankası (herhalde botox kardeşliği falan yaptılar) Axl Rose beş kuruş para almadan gözü kapalı vermiş. 


THE HORSEMEN
İncil'de bahsi geçen Mahşerin Dört Atlısı'nı kendine şiar edinen bir seri katil filmi. 4 atlı, 4 kurban ve 4 acı veren sır.... Dennis Quaid ve Ziyi Zhang'ın oynadığı bu gerilim filmini Metallica'ya çektiği (Turn The Page ve Whisky in the Jar) video klipleriyle tanınan Jonas Akerlund yönetiyor. 

18 Mart 2009 Çarşamba

Norveç Güneşi!....


Mahsun Kırmızıgül. Alem buysa kral benim dedi. Bunu derken Allah'ta ona yürü ya kulum dedi. Zaman içinde söyleyecek anlatacak çok şey biriktirdi. 'Hepimiz Kardeşiz' dedi. Şimdilerde, geldiği yere olan diyetini, sinemada türküler söyleyerek ağıtlar yakarak ödemeye çalışıyor. 

Doğu'ya dair ilk öyküsünü geçtiğimiz yıl taşıdı beyazperdeye. 'Beyaz Melek'. Kabaca Doğu iyidir batı kötüdür (Biz batının kötü alışkanlıklarını aldık diyen bir başbakana sahip ülkede yaptı bunu) temalı ilk filminde yönetmenlik becerisini ortaya koymaya çalıştı. Görsel bir başarı yakaladığını söylemek mümkün ama filmin çok katmanlı hikayesi için aynı başarıdan söz etmek mümkün olmamıştı. 

İlk filmde batı kötüdür doğu gelenekçi ama daha değerlidir temasını diline ve kamerasına dolayan zatın ne gariptir ki ikinci filminde bundan çabuk vazgeçerek batıya yönelmesi ise pek manidar olmuş.  Yine de ilk iki film itibariyle daha önce reality show tadında haberlere malzeme olan ve bir bakıma diken üstündeki konulara cesaretle yönelmesi takdir edilesi bir durum. Ama durun hemen karar vermeyin, Mahsun K. burda da sınıfta kalıyor, daha önce bu dikenli konuya kamerasını yönelten o kadar çok film oldu ki (Yol, Sürü ve Işıklar Sönmesin gibi) ama hiç birisi Mahsun K. kadar ajitiye kaçmadan ucuz numaralarla bezenmiş öyküler anlatmadılar. 

1984'te ülkenin doğusunda  patlak veren  ve 40 binin üzerinde insanın ölmesine, milyonla ifade edilen zorunlu göçlere neden olan terör sorununu beyazperde de görme fikri filmi cazip kılıyor. Artık bir takım açlımların yapıldığı bir dönemde bunu yapabilmek sanırım Mahsun için hiçte zor olmadı. Film bu ağır konuyu kendine yük olarak alıyor ama bu yükün altından da kalkamıyor. Orayı anlamak orayı anlatabilmek için oraya gitmek ve görmek ve de yaşamak gerekir. (Üstüne yukarıda parantez içindeki filmleri de izlemek ve anlamak gerekiyor.) Mahsun açısından böyle bir problem yok tabi ama ne şiş yanısın ne de kebab diyen bir yönetmen bir senarist bir oyuncu güzellemesi var karşımızda. 

Terör sorunu yüzünden büyük bir bölümü zorunlu olarak göç etmiş dağ köyünde yaşayan bir ailenin öyküsü anlatılıyor filmde. Ailenin oğularından biri askerde bir diğeri ise PKK saflarında. (Filmde PKK ismi telaffuz edilmiyor sadece bir yerde örgüt olarak ismi geçiyor!) PKK saflarındaki oğul çıkan çatışmada ölüyor. Ve bu ölümden sonra  ailenin köyden kente oradan da daha batıya (Güneşin başka doğduğu Norveç'e) göçü başlıyor. 

Film, ordunun bir mağaraya helikopterle yaptığı baskınla açılıyor. Teröristler mağarada uykudalar. Kamera onların üzerinde dolaşıyor. Atılan ilk füze şok yaşatıyor ve masum uykularından hızla uyanıp silahlarını kuşanıyorlar. Tanıdık geldi dimi. Bu sahne teroristlerin sınır karakollarına yaptıkları baskınları anımsatmıyor mu? Ramo (Mahsun K.) teröristlere tavuk satmak için orada. Geçimlerini bu sayede kazanıyorlar ailecek. Nasıl yani?  Şimdiye kadar gördüklerimiz duyduklarımız yalan o zaman. Teröristler kapıyı çalıp haraçlarını yiyeceklerini almazlar bilakis köylünün hakkını mı verir? Buna gerçekliği kendine göre yorumlama diyenler olacaktır bana göre ise gerçek olanı çarpıtmaktır. Bu noktada daha giriş sahnesiyle eksi puanı hanesine yazdırmayı başarıyor. 

Sonrasında ardı sıra gelen sekanslarla bin tane olay anlatmaya çalışıyor Mahsun K. Terör ve sorunları üzerine bir film izleyeceğimizi düşünürken  bir anda cinsel kimlik bunalımı içindeki kardeşin öyküsünü seyre daldık. Bu devam ederken insan tacirlerini umut kapısı gibi gösteren bir özensizlikle kendimizi şefkatli batının kucağında bulduk. Derken kız çocuklarının eğitimi üzerine bir bölüm seyrettik.   Akraba evlilikleri üzerine kafa patlamamız istendi. Her biri ayrı bir öykü olacakken hepsini bir potada eritmeye ne gerek vardı. Ayrıca bu ne yaman çelişkidir annem. Terörü desteklediği her şekilde bilinen Avrupa ve dahasında ABD'ye dair göndermeler nerde? Bu kısım eksik kalmakla birlikte sorunu tamamen Türkiye üzerine odaklamak basiretsizlik mi yoksa biliçli bir tercih mi bunu Mahsun K'ya sormak lazım. 

Hikaye olarak sıkıntı içindeki filmin artıları yokmu elbette var. Bir kere oyunculuklar fena değil. Görüntü yönetimi başarılı.  Ses işçiliği gayet iyi.  Müzikler yerli yerinde ve işlevinde. Aksayan kurgu ve senaryo olmuş...

Neticede filmin anlatmaya çalıştığı kısaca, orada bir değil bin sorun var (doğrudur). Ama çözüm içeride değil dışardadır. Türkiye faşist bir ülkedir. Buranın Devlet Anası iyidir amma ve lakin Devlet baba insanlara kök söktütür yerinden yurdundan götünden eder insanı. Burada doğan güneş kara güneştir. Güneş Norveç'te başka burda başka doğar....

Detay: Afişte Mahsun K'nın güneşe doğru havaya kaldırdığı çocuk sizce de türkiye haritasını fazlaca anımsatmıyor mu?:)

16 Mart 2009 Pazartesi

30 Yönetmen, 35 Akla Zarar Film ve 1 Olmamış Kitap!


Sinema eleştirmeni Tunca Arslan, üç yıllık Çin macerasından sonra sevenlerinin karşısına yeni bir 'çıkıntı' kitapla çıktı. Kitap 1980'den başlayarak günümüze kadar çekilmiş en kötü, en akla zarar yerli filmleri anlatıyor. O tarihten beri Tunca Arslan'a göre 35 akla zarar film çekilmiş. (Daha fazla olabilmesi için Alin Taşçıyan'ın da katkısı olabilirdi ama o zaman 1980 ve sonrasını hiç yaşanmamış kabul edebilirdik mazallah!) 

Arslan'ın seçimlerine diyecek pek bir şey yok. Bazılarına katılamasam da (Harem Suare gibi) yerinde seçimler gibi duruyor. Kitabın favori filmi 'Bay E'. Bu akla zarar filmin yönetmeni Sinan Çetin, Arslan'ın gazabından kurtulamamış.  Ve bir diğer yönetmen Mustafa Altıoklar da, çektiği absürd 'Asansör' ve yapımcısı olduğu ama yönettiği de bilinen Emret Komutanım: Şah Mat vesilesiyle kitapta kendine yer buluyor. Kitapta haklı yer işgal eden bu iki isim dışında başyapıt düzeyinde filmler çekmiş yönetmenlerin (Yavuz Özkan gibi) filmlerini görmekte hafif bir tebessüm oluşturmuyor değil. 

Kitabın okuyucular açısından pek arşivlik bir çalışma olduğu söylenemez. Ama Arslan için arşivlik bir çalışma yaptığını söylemek mümkün. Kitapta yer alan filmlerin vizyona girdiği zamanlardaki kendi eleştiri yazılarını alıntılamakla kalmayıp, aynı dönemlerde, aynı filmlerle ilgili eleştiri yazan diğer yazarların yazılarını da destek için kullanmış. Bu yöntem bana göre kitabı özgün bir yapıt olmaktan uzaklaştırıyor. Hap bilgilerle değilde geniş bir perspektifle mevzu edilenin neden orda olduğunu anlatan doygun bir analizle  hazırlanmış kitap olabilseymiş pek bir şahane olurmuş. Bu haliyle pek olmamış bir kitap. 

Confucious vs. Chow Yun-Fat!!!



"Crouching Tiger, Hidden Dragon" ın yıldızı Chow Yun-Fat, 2500 yıl önce yaşamış ve öğretileri günümüze kadar gelen filozof Konfüçyüs'ü canlandırıyor. Çin hükümeti tarafından finanse edilen yarı biyografik filmden Yun -Fat, 22 Milyon Hong Kong doları (yani 2.8 milyon dolar) ücret alacak. Filmin çekimlerine bu ay sonuda Çin'in Hebei eyaletinde başlanıyor.  Proje, Çin Halk Cumhuriyeti'nin 60.yıl kuruluş (1949) etkinlikleri arasında yer alıyor. 

15 Mart 2009 Pazar

Sık Sık Stiller! Nereye kadar?...


Geçtiğimiz  sezon 'Tropic Thunder' ile yönetmenlik becerisini tasdikleyen Stiller ardı ardına yeni filmleriyle seyirci karşısına çıkmaya hazırlanıyor. Gösterime girmek için gün sayan 'Night at the Museum: Battle of the Smithsonian'dan (vizyon tarihi 22 Mayıs) hemen sonra 'The Marc Pease Exprience' da boy gösterecek. (Gösterim tarihi henüz belli değil). Bu iki film bu yılın mahsülleri. 2010 için ektiği film sayısı ise 3! İlki 'Tropic Thunder'dan rol arkadaşı Rober Downey Jr. ve '30 Rock' yıldızı Tina Fey ile 'Master Mind' isimli animasyonda seslendirme yapacak. Ardından Noah Baumbach (Margot At Wedding) yönetmenliğinde 'Greenberg' de yer aldıktan sonra memur yönetmen Shawn Levy'in çekeceği 'The Hardy Men' de oynacak. Ne diyelim bol kazançlar!.. Umarız sık sık karsılaşmaktan sıkılmayız kendisinden...

14 Mart 2009 Cumartesi

X-MEN BAŞLANGIÇ: WOLVERINE



X-Men dünyasındaki en karizmatik kahraman Wolverine'nin 1 Mayıs'ta vizyona girecek filminin Türkçe teaser afişi yayınlandı. Wolverine'ı X-Men serilerinde olduğu gibi yine Hugh Jackman canlandırıyor. (Bu adam ben doğuştan Wolverine'ım diye bağırıyor resmen!)

Branagh ve Thor!?*'!%^/


Çizgi romandan  beyazperdeye geçişler hız kesmiyor. Gelen son haberlere göre, daha çok Shakespeare uyarlamalarıyla (Hamlet, Much Ado About Nothing)  tanıdığımız ve sevdiğimiz aktör-yönetmen Kenneth Branagh, Marvel Comics'in Thor romanına gözünü dikmiş vaziyette. 
Çizgi roman, elinden düşürmediği Mjolnir ismine sahip sihirli çekiciyle maceradan maceraya koşan Norveç tanrısı Thor'u anlatıyor. 
Shakespeare ve Marvel evreninden nasıl bir sonuç çıktığını 2011'de hep birlikte göreceğiz. 

12 Mart 2009 Perşembe

Demir gibi kadro!


Mickey Rourke ve Scarlett Johansson ‘Iron Man2’nin kadrosunda!

Rourke’un oynacağı karakter henüz kesinleşmezken (Russian Villian veya Dynamo olacak) ama Johansson’un karakteri ‘Black Widow’ olarak yazılmaya başlandı.

İkinci film yönetmeni ilkinde olduğu gibi yine Jon Favreau. İlk filmde Albay Rhodes’u canlandıran Terrence Howard’ın yerine Don Cheadle getirildi. Howard devam filminde de oynamak istemesine rağmen  Favreau kendisine son dakika golü atmıştı geçtiğimiz günlerde.

Iron Man 2’nin şimdilik belli olan kadrosu…

Robert Downey Jr., Mickey Rourke, Scarlett Johansson, Samuel L. Jackson, Sam Rockwell, Don Cheadle, Gwyneth Paltrow…

Dedikodu düzeyinde olanlar ise; filmde Tony Stark’ın babasını oynaması için düşünülen ve görüşülen kişi Tim Robbins. Stark’ın evindeki yapay zeka robotunu seslendirmesi için teklif götürülen isim ise Paul Bettany.

Filmin 7 Mayıs 2010’da vizyona girmesi öngörülüyor…

06.05.2011


Bu tarihi not edin. Çünkü Sony ve Marvel ortak açıklama yaparak “Örümcek Adam” serisinin 4.bölümü için 6 Mayıs 2011 tarihini verdiler.

Filmin yönetmen koltuğunda Sam Raimi oturuyor (zaten başkası düşünülemezdi!). Kirsten Dunst (Mary Jane Watson) ve Tobey Maguire (Peter Parker-Spider-Man) şimdilik yerlerinde duruyorlar.  İlk üç filmden farklı olarak senaryo ekibinde değişiklik söz konusu; JamesVanderbilt (Zodiac, Darkness Fall) ve David Lindsay-Abaire (Inkheart) 4.film için kalemlerini oynatacak isimler. Bakalım bu ikili Örümcek Adam’ın karşısına hangi kötüyü çıkartıcak!  (Lizard ve bir şekilde Venom olursa tadından yenmez)

Stallone neyin peşinde?


Tüm aksiyon yıldızlarını yazıp-yöneteceği yeni filmi 'The Expendables' da oynatma peşinde...
Şimdiye dek açıklanan kadroda neredeyse yok yok, duyan gelmiş tadında. Jason Statham, Mickey Rourke, Jet Li, Forest Whitaker, Dolph Lundgreen, Danny Trejo (kendisi hakkı yenmiş bir yıldızdır aslında severiz izleriz takip ederiz saygıyla). Bu kesinleşen isimlerin dışında Sly doymamış yememiş içmemiş birde bunların peşine düşmüş; Eric Roberts, Arnold Schwarzenegger, Sandra Bullock... Filmin konusuna dair bilinen tek şey bir takım eski askerin Güney Amerika'da ki acımasız bir diktatörü devirmesi üzerine kurulu bir hikaye olduğu. Evlerinde bu filmde rol almak için telefon başında bekleyenler ise Chuck NorrisSasha Mitchell Micheal Dudikoff, David Bradley... 

Son Dakika Haberi: Sızan bilgilere göre bu muhteşem kadroda yer almak isteyen Bruce Lee, Tanrı ile görüşmelere başlamış.:)

Drag Me to Hell-Fragman yayınlandı!


Sam Raimi nihayet köklerine geri döndü ve yeni bir korku masalıyla 29 Mayıs'ta görücüye çıkmaya hazırlanıyor.  

'Drag Me To Hell'in oyuncu kadrosunda 'Big Fish' ve 'Mathcstik Men' filmlerinden anımsayacağınız Alison Lohman ile 'Die Hard 4.0' da Bruce Wills'e eşlik eden Justin Long var. 

Filmin senaryosunu Raimi Brother's (Ivan ve Sam) birlikte kaleme almışlar.

Filmin öyküsü kısaca, bir finans kuruluşunda çalışan Christina Brown (Lohman), evinden tahliye edilmek üzere olan yaşlı bir kadının kredi isteğini patronun onay vermemesi sebebiyle red eder. Yaşlı kadın bu noktadan itibaren Brown'ın hayatını tam bir cehenneme çevirir... (Kendisi başlı başına bir korku olan ekonomik buhrandan bir korku filmi çıkarmak ancak Sam Raimi gibi bir yönetmenin eline yakışırdı.) 

Filmin fragmanını buradan izleyebilirsiniz: 
http://www.movieweb.com/video/VIMFdURPBxlxQU


11 Mart 2009 Çarşamba

28. İSTANBUL FİLM FESTİVALİ

04-19 Nisan tarihleri arasında düzenlenecek olan 28. İstanbul Film Festivali’nin merakla beklenen programı açıklandı. (http://www.iksv.org/film/basin_bulten.asp?cid=275) Festival her zamanki gibi ilgiye değer filmleri içinde barındırıyor. Akbank Galaları kapsamında 9 film gösterilecek (The Hurt Locker, Der Baader Meinhoff, Adoration, Sunshine Cleaning, Mammoth, Il Divo, Ricky, Fifty Dead Men Walking ve Milk). Uluslararası Yarışma bölümünde ise, “Rumba” (Dominique Abel), “L’heure D’ete” (Oliver Assayas), “Disgrace” (Steve Jacobs) ve Tony Manero (Pablo Larrin) öne çıkan filmler olarak göze çarpıyor.  Festivalin “Türk Sineması 2008-2009” başlığı altında programa aldığı filmlerden “Başka Semtin Çocukları”, “11’e 10 Kala”, “Süt” ve “Kara Köpekler Havlarken” dikkate değer.  Bu yıl festivalin Onur Ödülleri ise Agah Özgüç, Hale Soygazi ve Erdoğan Tokatlı’ya veriliyor.  Dünya sinamasına yön vermeyi sürdüren ödüllü usta yönetmenler içinde “Yıllara Meydan Okuyanlar” bölümü hazırlanmış. Bu bölümde, Angelopoulos, Chabrol,  Skolimowski  ve Troell gibi üstadların en son filmlerini izleyebileceğiz. Festivalin bu yılki hedef ülkesi “Gümüş Ülke, Altın Sinama: ARJANTİN” başlığı altında toplam 8 film gösterilecek. Ustalara saygı unutulmamış ve sinamacı, gazeteci, fotoğrafçı, senaryo yazarı Pulitzer ödülü sahibi gibi bir çok karpuzu koltuk altında taşıyan Raymond Depardon’un  8 önemli çalışmasına yer verilmiş.  “Anılarına” isimli bölümde ise artık bu dünyada sadece bıraktıklarıyla var olmaya devam eden Elia Kazan, Paul Newman, Syndey Pollack, Yusuf Şahin unutulmamış.  Festival kapsamındaki etkinliklerde ise 10 Nisan Cuma günü Boğaziçi Üniversitesinde düzenlenecek olan Sinema Dersi: Peter Greenaway ise kesinlikle kaçırılmaz.

TAKİBE ALINACAK 7 FİLM

MILK

Yönetmen: Gus Vant Sant

Oyn: Sean Penn, Emile Hirsch, Josh Brolin

Ödül avcısı bir film. Sekiz dalda Oscar adaylığı alan Milk, En iyi Özgün Senaryo ve En İyi  Erkek Oyuncu ödülüyle yetinmek zorunda kaldı. Eşcinsel kimliğini gizlemeyen San Francisco İdari Meclis üyesi Harvey Milk’in (Sean Penn) çetrefilli yaşam öyküsüne  odaklanan filmin yönetmeni , “Good Will Hunting”  “My Own Private Idaho” “Drugstore Cowboy” gibi filmleriyle ismini listelere yazdıran Gus Vant Sant. 

DER BAADER MEINHOFF

Yönetmen: Uli Edel

Oyn: Martina Gedeck, Moritz Bleibtreu, Johanna Wokalek

Alman sinemasının şimdiye dek çekilmiş en yüksek bütçeli filmi. 2009 Oscar yarışında Almanya adına En iyi Yabancı film kategorisinde yarıştı.  Ülkedeki radikal solun temsilcisi olan Kızıl Ordu Fraksiyonu’nun başlangıcından çete liderinin hapiste intihar ettiği döneme dek  gelişen olaylara odaklanıyor.

FIFTY DEAD MEN WALKING

Yönetmen: Kari Skogland

Oyn: Ben Kingsley, Jim Sturgess, Kevin Zegers

Sinemada artık bir kampanya başlatılmalı ve eşcinsellik, yahudi soykırımı ve IRA ile ilgili  filmler çekilmesin artık. Çünkü artık yeterince izlemedik mi bu konuları ve en iyileri çıkmadı mı hiç!? Buna rağmen bu filmi görmek için bir neden varsa oda usta oyuncu Ben Kingsley (son dönemde oynadığı ucuz yapımları görmezlikten geliyoruz) ile Across the Universe’de ki başarılı performansıyla zihinlerde yer edinen Jim Sturgess’dır.

THE HURT LOCKER

Yönetmen: Kathryn Bigelow

Oyn: Jeremy Renner, Brian Geraghty, Guy Pearce, Ralph Fiennes. David Morse, Evangeline Lilly

Amerika’nın Irak ‘la olan davası bitmek bilmiyor. Artık pek bir gizliliği kalmayan Askeri Patlayıcı Madde İmha Timi’yle ilgileniyor yapım. Çok şık patlama sahneleri olduğunu söylebiliriz. Yine de Bigelow “Point Break” ve Strange Days” zamanlarını aratmaya devam ediyor.  Cast’de ismi geçen iki usta oyuncu Pearce ve Fiennes ise sadece 15 dakika gözüküyorlar. Lost dizisinden tanıdık bir simada sadece boy göstermekle yetiniyor...

ADORATION

Yönetmen: Atom Egoyan

Oyn: Arisnee Khanjian, Devon Bostick, Scott Speedman, Rachel Blanchard

Usta yönetmen Atom Egoyan’dan nitelikli bir çalısma daha. Cannes Kiliseler Birliği’nden aldığı ödülle ilgiyi hak ediyor. Filmin süprizi  ise daha çok aksiyon ve gerilim filmlerinden tandığımız Scot Speedman.

SUNSHINE CLEANING

Yönetmen: Christine Jeffs

Oyn: Amy Adams, Emily Blunt, Alan Arkin

Litte Miss Sunshine’ın yaratıcı ekibi yine iş başında. Yine bir aile ve etrafında gelişen karanlık bir öykü. Oyuncu kadrosu itibariyle de göz dolduruyor.

MAMMOTH

Yönetmen: Lukas Moodysson

Oyn: Gael Garcia Bernal, Michelle Williams, Marife Necesito

Lilja4-Ever ve A Hole in My Heart  (bu film Türk Ceza Kanunu sayesinde yasaklı filmler listesinde) dikkatleri üzerine çeken İsveç sinemasının yükselen değeri Lukas Moodsson’un son çalışması. Büyük bütçe ve yıldız isimlerle ilk kez çalışan yönetmenin göstereceği performans merak konusu. Filmin bir özelliği ise üç farklı kıtada üç yılda çekilmiş olması.

 

Kaynak ve detaylı bilgi: http://www.iksv.org

10 Mart 2009 Salı

Çok Yakında....

Yerli ve yabancı sinemaya dair haber, röportaj eleştiri ve incelemeleri buradan takip edebilirsiniz.... Ne zaman? Yakında... Ne kadar yakında? pekkkkkkkkkk:)))