16 Eylül 2009 Çarşamba

PORTAKALA 'DEMOKRATİK AÇILIM!"


12-17 Ekim tarihlerinde yapılacak olan festivalin yarışma filmleri belli oldu. 16 filmin yarışacağı festivalin şüphesiz en dikkat çekici filmi, Miraz Bezer 'Min Dit' filmi. Filmi dikkat çekici hale getiren ise, kürtçe diyalogların varlığı.  Almanya ve Türkiye ortak yapımı olan film; Diyarbakır'da anne ve babasını kaybeden iki çocuğun yaşamını konu ediniyor. Filmdeki kürtçe diyalogların seyirceye türkçe altyazıyla sunulacağı gelen bilgiler arasında. 

Açılım rüzgarlarına kapıldığı hissi veren festivalin, bu noktadan sonra sadece bununla yetinmeyeceği ve filme ödül vereceğini kestirmek zor olmasa gerek... Bu olursa eğer festival yönetiminin ve jurisinin, Amerikan Film Akademisi'nin izinden gittiğini söylemek pekte yanlış olmaz. 11 eylül sonrasında ABD'de yükselen milliyetçi ve ırkçı yaklaşımı Akademi Denzel Washington (Training Day)  ve  Helle Berry'e (Monster's Balll) en iyi erkek ve en iyi kadın oyuncu ödüllerini vererek politik bir tavır sergilemişti. 


15 Eylül 2009 Salı

PATRICK SWAYZE 1952-2009...


Dirty Dancing, Ghost, City of Joy ve Point Break gibi filmlerin unutulmaz yıldızı Swayze, 2007 yılında yakalandığı pankreas kanserine yenik düşerek yaşama veda etti. Sevenlerinin başı sağolsun...

1 Eylül 2009 Salı

AZRAİL'İN İŞİ GÜCÜ YOKTU ZATEN;


üç beş tane zibidinin peşine takılacaktı. İlki 2000 yılında, yönetmen James Wong tarafından yapılan ve orjinal bir fikre hasret kalan bünyelere neşe saçan Final Destination, dördüncü macerasıyla saç baş yolduruyor. Hangi akla hizmet bu filme gittim bilmiyorum ama, pazar günümün içine ettiğini iyi biliyorum.

Sevgili Atilla Dorsay abimiz vaktiyle şunu söylemişti; "Her kötü filmde izlenmeye değer bir on dakika vardır". Bu dusturla iyi kötü olabilir ayrımı yapmadan o on dakikanın peşine takıldım. Kimi zaman haklı çıktı kimi zamanda son örnekte olduğu gibi hadi canım sende moduna soktu bu söz beni. Filmin üç boyutlu teknolojisi filmin hikayesine hizmet etmek yerine, filmin tek iyi unsuru olarak hafızalara kazınıyor. Bu da tek başına bu filmi izlenebilr kılmıyor tabi.

Oysa ki film ne güzel bir vaatle başlamıştı. Ölmesi gereken ergenler, film izlemek yerine araba yarışına giderler. Grubun seks makinesi ve ağababası eleman bombayı patlatır. Sürekli niye burda olduklarını sorgulayan sevgilisine "Burdayız çünkü bu yarışlarda hep kaza olur, ben o kazaları izlemek ve eğlenmeye geldim" der... Seyirciye atılan güzel bir pastır adeta. Filmin neye benzediğini bilen (aşırı kan ve şiddet), patlamış mısırları, üç boyutlu gözlükleriyle dev perdeden fırlayan uzuvları seyredip keyiflenmek isteyen seyirciye atılan güzel bir pas. Şiddete olan merakı çözümleyecekler diye insanı beklentiye sokacak kadar güzel bir pas. Ama yanıldığımızı anlamak çok fazla sürmüyor zaten. Filmin kendiside öyle. 90 dakikalık saçmalıklar bu laftan sonra Formula 1 hızına ulaşıyor.

Özellikle ilkinin orjinalliği ve geriliminden çok uzakta, adeta Scary Movie havasına bürünen bu son kaderde, her şey o kadar ortada ki, kimin ne zaman öleceğini azrailden önce biliyorsunuz... Filmin eksenide bu yönde zaten. Konu kim önce ölecek tadında akıp gidiyor. Seyirciyi ikna etmek gerekmez bu filmlerde. Mantık hele hiç aranmaz. Ama seyircinin zekasına da bu kadar yukarıdan bakılmaz.

Senaryo yerlerde, yönetmen desen koltuğundan pek kalkmışa benzemiyor. Tek çalışan ekip masa başındaki 3d uzmanları. Onlarda hakkını vermişler vesselam. Özellikle yanan kağıdın burnunuzun dibinden gidişini görmek, kahkahalarınıza milisaniyelik bir ara vermenize neden olabiliyor. Akıldan kalan bir diğer sahne ise, artık pornolar da üç boyutlu olsun dedirtecek kadar güzel duran, gözlerimizin önünde sağa sola sallanan memelerin varlığı. Üşenmeyip sevişme sahnesinde de üç boyutlu teknolojiyi kullanmışlar. Yerinde seçim diye ben buna derim...